23.5.11

pan'ın labirenti ve marv'ın düşüşü

masumiyet, kötülüğün asla hayal edemeyeceği bir güce sahiptir.
bir erkeğin götünde çıkan ilk kılların hangi yaş aralığına geldiğini tahmin edebiliyorum ama muhtemelen yanlış tahmin edebiliyor olduğumdan sadece tahmin edebiliyorum. lisa'yla dönüyor, pan's labyrinth filminin dvd kapağına bakınıyorum.

ilk sakinlik mertebesine ulaştığım an şuydu: 900'lü hatları aradığım için babamın tükürüklü alfabesini dinliyordum. bazı konuşmalarımda bahsettiğim halı desenleri inceleme bilimi adına çalışmaya başlamaya karar vermemin ilk günü.
- seni orospu çocuğu... kusura bakma hayatım. senin yaşın kaç, başın kaç! bre utanmaz, densiz! biz seni böyle mi yetiştirdik! bu fatura ne böyle! kaç tane siktiğimin sıfırı var burda, görüyor musun!
bu öfke aslında yetiştirilme dönemime yaptığım saygısızlık değil, faturanın bol sıfırlı görüntüsüne duyulan bir duyguydu. babam tarafından sikilen fatura gibi görünse de aslında benim eylemlerimdi. zaten fatura da benim eylemlerim sonucu oluşan bir kalabalık sıfırlar kompozisyonuydu. teori ve pratik öylesine uyumluydu ki, bağlantı numarası 0900 ile başlıyordu.
0900 **0 *0 *0.
doğruyu söylememek gerekirse...!

edebiyat öğretmenimin 'doğru, her yerde doğru değildir' felsefesine duyduğum saygı kimine göre yalakalık, kimine göre alabalık idi. alabalık taraftarları gerçekten saçma bir guruptu ama durumun yalakalık düşüncesine sahip kesimi sikimde bile değillerdi. onlar piç kurularıydı ve bu doğruydu. onlara bu tespitimden hiç bahsetmedim, çünkü doğru, her yerde doğru değildi!

- amına koduğumun çocuğu... pardon hayatım. sen hayatında hiç para kazandın mı! para kazanmanın ne demek olduğunu biliyor musun! sana her şey güllük gülistanlık zaten. yediğin önünde yemediğin arkanda. kaç yaşına geldin, işin gücün serserilik, ibnelik!
aslında 900'lü hatları hiçbir zaman aramamıştım. halımız çok güzeldi. zihnimi ikiye böldüm. birini kapattım.
modern el dokuması halısı zihnimin açık kalan tarafıyla inceden bağlar kuruyordu. beni içine doğru çekiyor, bana hükmediyor, benimle sevişiyordu.
- sana bir şey anlatırken yüzüme bak!

aklımın odaları dolup taşıyor gibi oluyordu. hepsine de onun desenlerinin gözümün içinden açılan bir tünele hücum eden çizgileri yerleşmişti. içimden cennete ulaşmak için yola çıkmaya hazır onbinlerce ruh ayaklanmaya hazırdı. kitaplarına, meleklerine, peygamberlerine inanıyordum. cennetini de görebiliyordum. beni bekleyen tüm hurilere yetecek kadar enerjiyle doluydum. işte birisi karşılama töreninde ilk sıradaydı.
-merhaba.
hemen arkasında birisi daha.
- merhaba.
merhaba efendim, merhaba.
- merhaba.
- hoşgeldiniz.
- bu ne güzel sürpriz.
- yerinizi ayırttık.
- şöyle geçin.
- böyle buyurun.
- üstünüzdekileri çıkaralım.
- ne tatlısın sen öyle.
- daha önce böyle kalça görmüş müydün yakışıklı?
- göğüslerimi yağlamama yardım eder misin tatlım?
- şeker şey.

hepinize yetecek kadar malzemem var. ben ne 900'leri aradım, ne de bu zamana kadar biriyle birlikte oldum. yeterince yeterli olacağım. emin olabilirsiniz. yüzünüz öylesine güzel ki, ne de olsa hurisiniz siz..
- o pörtlek gözlerine biraz italyan oturuşu, o tombiş yanaklarına da bir parça fransız öpücüğü kondurmama izin ver yakışıklı.
-seni göt oğlanı!
evet. babamın tokadıyla gelen bu ses dalgası ve hurilerin kayboluşu ve acı ve şaşkınlık ve yavşaklık ve amına koyduğumun hayatı.
- vay ibne!
- vay ahlaksız!
- seni hergele!
- eşşoğuleşek!
- densiz.. terbiyesiz.. utanmaz.. arlanmaz.. serseri.

herbiri için ayrı bir tokat. tokat'ta yaşanan olay için ayrı bir ironi. hayatın anlamsızlığı için ayrı bir nefret.
ceza: günü en küçük odada yalnız başına geçirmek ve akşam yemeğinden men.
hayal: salon halısı.
tutku: 900'lü hatların ardına saklansa bile ulaşılmaya değer bir günah aşk.

kural 1: iyi espri sorgulanamaz.
insanları, okurken boşaltabilmeyi düşlemek aslında hiç başarılamayacak bir fikrin hayaline kapılmaktan mı ibarettir? ya da, yeteneksiz bir okurun bunu reddedişinin ardında yatan seks hikayeleri hayranlığının gizliliğine sığındığı dünyası benimkinden kaç cm. eksiktir? işte bu yüzden benim mahlasım: zenci.

'zenci'yi okumak haftasonlarımın en güzel olayıydı. bir de öyle farklı hayal dünyası vardı ki, sanki yaşlılara çocukluğu, evlilere bekarlığı, bakirlere seksi anlatıyordu. onu civardaki en ucuz dergilerin arasından alıp okuduğum için ekonominin ne kadar da geliştiği düşüncesine kapılıyordum. belki de asla hakettiği paraları alamayacak olması ben de şaşkınlık uyandırıyor, bağsur etkisi yaratıyordu. ikinci sakinlik mertebesine ulaştığım an şuydu: kalın kafalı bir ev sahibim vardı. sesini kalınlaştırarak konuşmanın kendisinde ayrı bir karizmatik taraf olduğuna inanırdı. vücut diliyle bahsettiği özelliklerinden kendisini şıp diye tanımlamamın olasılığını düşük buluyor yanılıyordu ama bunu bilmiyordu tabii.
vücut dili: penis kalınlığı. şıp!
vücut dili: cüzdan kalınlığı. şıp!
vücut dili: bilgi-tecrübe kalınlığı: şıp!
kendi şahsi dili bile kalındı. kime benziyordu biliyor musunuz: sin city'de mickey rourke'un marv'ına.
güneşin en tepede olduğu saat diliminde zenci'yi okuyordum.

MARLON BRANDO OLMAMAK

genel olarak genellemelerden hoşlanmam. yargılarda bulunmaların insanlara zafiyet verdiğini düşünüyorum. size işe yarar bir hakikati daha iki buçuk sakız parasına aldığınız bu dergiden ulaştırıyorum: son günlerde erken boşalıyorum. genellikle gece yarısını beş geçe. söylediğim gibi: genellemelerden hoşlanmıyorum!
beni bukowski'nin yeni bedeni gibi görenlere büyük yanılgı içinde olduklarını belirtmekten şeref duymuyorum, aksine sıkılıyor ve sikiliyor hissediyorum. ben yaşadığına bile inanılmayacak türden olanım. çünkü ben dünyanın en iğrenç götüne sahip olanıyım. sizlere muhteşem ses kaydedicimden şuan sifonu bozuk klozetimin tam üstünden yazıya dökülecek cümlelerimi sunuyorum. buradaki bok kokusunu koklamak zorunda kalmadığınız ve hiç bir alfred hitchcock filmi izlemediğiniz için şanslısınız. bugün yine oturduğumuz yerden bir çılgınlık yapacağız: marlon brando olmayacağız! hem komünist takılıp hem de çin'de umumi bir tuvalet bekçisinin yapacağı işi rahatça yapabileceğimi düşünürken, tek postalık kerhane parası haftalığımla sizlere sıçarken seslenmemi mazur göreceğinizden eminim. bugünkü hikaye en boktan olanı. absürd..ironik..kronik.
- önceki hayatında marlon brando olduğunu iddia eden biriyle ne konuşabilirim ki?
- paris'te son tango'yu sor. o filmi severim. ışıkçısı kimmiş mesela, bilmek istemez miydin?
- jason o'brian.
- ciddi misin?
- hayır. sence ciddi bir suratım var mı?
- var tabii. hele ki ıkınırken.
- tuvalet kilidi bozulduğundan beri özel hayat denen şey kalmadı burada.. smith hakkında diye bir filmi vardı onun. belki ondan muhabbet açarım.
- o filmde jack nicholson oynuyordu.
- ha marlom brando, ha jack nicholson, ne fark eder?.. ıkınmalarımdaki yüz ifademi hatırlıyor musun?
- iki sene öncesinden kalma iddiamızı kaybettiğini hatırladığım gibi. ödenmemiş bir kıç öpme borcunu hatırladığım ve göt kıllarının ilk kaç yaşında çıkmaya başladığını itiraf etmen gerektiği...
- tamam tamam. hatırlamana sevindim. diyeceğim o ki, o yüz ifademi gözünün önüne getir.
- kravatına kusarsam götüme şaplak atmayacağına söz veriyorsan.
- ben aynı ifademin kalıbını kaka olarak sıçabiliyorum.
- o da bir şey mi, ben richard gere'i sıçmıştım.
- madonna'yı sıçtım.
- mastürbasyon yapan madonna'yı sıçtım.
- öpücük veren fransız haritasına ne dersin?
- eifel kulesini aşağı bırakıp götüne geri sokmayı dene.
- marilyn monroe'yu domalmış şekilde sıçmıştım. sonra üzerine boşaldım.
- şu, marlon brando, ne iş yapıyormuş?
- oyunculuk sınavlarına hazırlanıyormuş galiba.
- ironik.
- kronik..


kuş mu öttü, dedim bu sırada. hay aksiydi! yeni kapı ziline bir türlü alışamamıştım. anlamsız bir süratle koşup kapıyı açtım ve karşımda mickey rourke'un marv'ı vardı. en ilginç huylarından biri: davet edilmeksizin içeri dalmaktı, öyle yaptı.
- marijuana içen mona lisa tablonuzu salonunuzun ortasına asmakla pek iyi etmemişsiniz. dekorunuza pek uymamış gibi görünüyor.

kural 2: kötü espride konuyu değiştir.
tek derdi boktan dairesinin duvarlarıydı. antipaikliği bende bakiydi. konuyu kira arttırımına getireceği vücud diliyle belli oluyor, vücudu her geçen ay daha da şişiyordu. geometride bir yamuğa örnek teşkil ediyordu. tahmin ettiğim gibi asıl konuya geçiş yapıyor, bu geçiş esnasında altına işeyen küçük çocuk suratına sahip olduğunu bilmiyordu. zihnimi ikiye böldüm. birini kapattım.
kira zammı, duvar çivileri, dökülen boyalar, apartman aidatları gibi meseleleri derinden anlattığı tüm süre zarfında orada olmayan adam oldum. marijuanalı mona lisa'yı inceleyen billy bob thornton gibiydim. ne güzel bir fotoğraf. katharine hepburn'e bile bu kadar uzun baktığımı hatırlamıyorum. mona'yla işi pişirirken kendisinin buna hem üzülüp hem de sevindiğini hissettim. elindeki marijuanaya bakıp 'çabuk dönsün' diyordum. marv'ın esprili hali yerini ciddileşen bir tavra dönüştürmüş olmalı ki, işeyen küçük çocuk suratının yerini sıçan yaban domuzu suratı aldı. ondan sıkıldım. lisa'dan izin isteyip mutfağa gittim. geri gelip marv'ın gözüne bıçağı sapladım. acıdan kıvranarak yere atladı. şişko göbeğinin altındaki kısa pantolonunun kemeri koptu. götü o kadar kaba gösteriyordu ki, deliğinin tam ortasına iki kere sapladım. yerime geçip bir duman daha aldım.
bir erkeğin götünde çıkan ilk kılların hangi yaş aralığına geldiğini tahmin edebiliyorum ama muhtemelen yanlış tahmin edebiliyor olduğumdan sadece tahmin edebiliyorum. lisa'yla dönüyor, pan's labyrinth filminin dvd kapağına bakınıyorum.

- hoşgeldiniz. bana bay çözüm derler. bu da yardımcım, bay yardımcı çözüm.
- merhaba. ben marlon brando. sana reddedemeyeceğin bir teklif yapacağım.
- ne yapacaksın? bahşiş mi vereceksin? ha..ha..haa..

zenci.