14.7.10

muzlu boxer

giriş: salı pazarına gitmeye karar verdiği bir çarşamba sabahına pazar temizliğiyle başlamıştı ki ''1 mesaj alındı. paketinden de 1 sigara alındı!'' diyerek arkadaşının telefonuna gelen mesajdan onu haberdar etmenin ödülünü alıyordu kendince muzlu boxer'ının daha da eskidiğinin farkına vardığı zaman diliminde. o kadar yorgundu o kadar bitkindi ki daniel guiza bu kadar beceriksiz, marilyn manson bu kadar çirkin görünmemişti daha önce gözüne. ne dışarı çıkacak hal ne de içeri girecek takat kalmıştı yorgun bedeninde. o kadar ki odasına giren arkadaşını osuruğuyla selamladı.

- sen bugün salı pazarına gitmeyecek miydin ?
- evet ama evde kutlama yapmaya karar verdim.
- neyi kutlayacaksın ?
- 14 haziran'ı.
- ne önemi var bugünün ?
- bir önemi yok ama kutlama yapmama engel değil.

arkadaşının, osurukla selamlanmasına rağmen belki de hiçbir zaman haberi olmayacaktı paketinden habersiz bir sigara daha eksildiğinin. gitti ve bir dahaki gelişine kadar oraya asla dönmedi. onunsa aklında bazı oluşumlar oluyordu ve bu oluşumlar onu yoruyordu.

gelişme: yorgunluğunun en üst safhasında her zaman açık bıraktığı sineklikten ak bıyıklı dede çıkıverdi.

- neden sakallarını kestin ?
- sıcaklıklar bunaltıcı.
- marifetlerin bu şekilde de işe yarıyor mu ?
- saçlarını kazıtsan kafan eskisi gibi çalışmaz mı !
- bu halini de sevdim.
- etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı ?
- evet, tamam.
- gıdıklanınca gülmez miyiz ?
- gıdıklanmıyorsun yaşlı adam.
- zehirlenirsek ölmez miyiz ?
- tamam, shakespeare.
- venedik taciri. shylock'un unutulmaz tiradından.
- yüce ve bilgesin ak bıyıklı dede. pekiyi shakespeare'in 16. sonesini biliyor musun ?
- hayır.
- 16. soneyi sormak için gelmedin ya ?
- neden geldiğimi söylememi, söyledikten sonra duymayı, duyduktan sonra anlamayı ve anladıktan sonra hissetmeyi mi istiyorsun ?
- galiba.
- öyleyse öp beni.
- anlayamadım.
- anlayamadın.
- seni öpmem yaşlı adam.
- sadece dudağıma bir öpücük kondur ve muck sesi çıkart dudağını çekmeden.
- bana nasıl öpmem gerektiğinden bahsetme bir daha.
- sen mi yapacaksın ?
- hayır.
- mükemmel bir öpücük olsun istiyorum. dudaklarıma yaklaşmadan dilinle üst dudağını ıslat ve alt dudağımdan kaptır. sonra da muck sesini çıkart.
- bir bardak daha viski ? ne içtin sen ?
- neden geceleri geliyorum sanıyorsun ?
- sapık mısın ak bıyık ?
- kaç kez habersiz gelip muzlu boxer'ından taşan kalçalarını seyredip otuz ...
- yeter! seni yaşlı bunak sapık iğrenç sübyancı herif. bundan sonra bana gelmekten seni men ediyorum.
- iyi düşün deikanlı.
- git! manyak adam seni!
- allah'a emanet ol!
- çık! çıkmadan gitme! önce çık sonra çıktığın gibi git geldiğin yere! bir bu eksikti.

spesifik olarak bakıldığında ak bıyıklı dede fos'tu. yine de tamamı evde geçecek olan mutlu bir çarşamba günü olabilirdi. ak bıyıklı dede'nin sübyancı bir sapık çıkmasına yıkılmıştı ama zaten daha önce bir altılının sayılarını bile doğru dürüst vermemişti ona. hatta bir gece gelip sigarasını fırtlatırken sayısal loto'dan iki rakam söylemiş 'diğerlerini sen bulacaksın, içindeki sesi dinle' diye klasik ve saçma bir fikir vermişti. o da bir rakam daha tutturabilmiş ve verdiği kupon parasını geri alabilmişti ancak. bir daha gelmeyip taciz etmese de olurdu. çok daha iyi olurdu. bunları düşünüyor, soğuk bira almak için para kaynakları yaratmayı düşlüyordu. pat diye, evet evet, pat diye girdi bu sırada arkadaşı tekrardan.

- ne yapıyorsun ?
- yılan oynatıyorum. sence napıyorum? oturuyorum.
- 14 hazirana ne oldu ?
- kutlamayı ertelemek zorundayım.
- seni dolapta bekleyen biraların olduğunu biliyor musun ?
- artık evet.
- seversin diye fıçı aldım.
- sağol.
- belki beraber içip birbirimize iltifatlar ederiz ha, ne dersin ?
- bir dahaki sefere.
- beraber içmek istersen kapının hemen dışında olacağım.
- bunun için kapıyı üzerine kapatmak zorundayım. bira için teşekkürler, biraz yalnız kalmak istiyorum.

sıcak bir havaya göre bile soğuk bir biraydı. yudumlarını aldıkça hep salı pazarında açmak istediği ucuz mutfak eşyaları tezgahını düşünüyordu. haftada en fazla yedi gün salı pazarına gidiyor ve geleceğini orada düşlüyordu. belki de mısır'daki dedesinin ölmesini beklemeliydi. yalnız, bunun için mısır'da bir dedesinin olduğunu varsaymalıydı. hayalleriyle dalıp gitti. uyandığında hava kararmıştı. sinekliği parladığında ak bıyıklı'nın geldiğini hissetti. arkasını dönüp nevresimi üzerine çekti.

- neden geldin ?
- demek uyumuyordun. belki fikrini değiştirmişsindir diye düşündüm.
- avucunu yala.
- yalayabilirim. gerçekten. bunu yaparım istersen.
- iğrenç adam! senin gibiler homo olamaz. sen ak sakallılar soyundansın. ulusun.
- her soyun farklı kimlikleri vardır genç adam.
- neden ben ? muzlu boxer'ım olduğu için mi? bundan sonra klasik beyaz don giyeceğim. o zaman ne yapacaksın ?
- bu söylediklerinin bir önemi yok. ben ne istediğimi biliyorum.
- bak bunu yapacak olsaydım hugh jackman ya da ne bileyim jude law'la yapardım. ama seninle.. büzüşmüş.. beyaz kıllı... unut bunu tamam mı ? bundan öncekini de unut!
- haftasonu çekilecek sayısal loto sonuçlarını şimdiden söylersem ?
- ya evet, bu sefer üç tanesini mi söyleyeceksin ?
- ı'ıh!
- dört ?
- cıks!
- beş mi ?
- hepsini dene.
- altısını da.
- evet yavrum.
- siktir lan!
- bunu yapabilirim. eğer istiyorsan, gerçekten, ben hazırım. pasif olabilirim.
- lütfen sus. ya da kusmam için bir kap ver.
- teklifimi beğendin mi ?
- önce rakamları söyle.
- önce soyun.
- ne soyunması ? öpüşmek için ... böhhh!.. pardon! öpüşmek için soyunmak gerekmez.
- fakat altısını söylüyorum. bu daha da fazla cömertlik demek. hem benim için hem de senin için yavrum.
- bunu asla yapmam.
- iyi düşün delikanlı. çırılçıplak birbirimize sarılacağız. sonra sana altı rakamı söyleyeceğim. sen de trilyonlarını nasıl değerlendirmen gerektiğini bilmek için bir uzman tutacaksın.
- öpüşmekten vazgeçtin öyle mi ?
- evet. sadece çıplak olarak sarılmak istiyorum.
- bir an nefsime yenik düştüm ama şimdi iyiyim. para uğruna bedenimi ve onurumu satmıyorum. gerçekten çırılçıplak sarılmak için bir şeyler hissedebileceğim birini bekleyeceğim. ben böyle iyiyim yaşlı ak bıyıklı homo. geldiğin yere geri dön. seni ve vaadlerini reddediyorum.
- eşcinsellere saygı göstermelisin piç kurusu!
- eşcinsellere hiç bir şeyimi göstermek istemiyorum. lütfen odamı terket ve bir daha sakın buraya gelme. bir daha da bu muzlu boxer'ı giyenin götünü siksinler.

boxer'ı çıkardığı gibi savurdu diğer odaya doğru. onurluca bir hareketti yaptığı. yine de eşcinsellere saygı göstermeliydi piç kurusu. olsun, en azından paranın şehveti karşısında dimdik durabildi. bundan sonraki süreçte klasik beyaz donuyla mutluydu. ak bıyıklı artık gelmiyordu sineklikten. yalnız hissediyordu ak bıyıklı. bu yüzden mutluluğu başka yerlerde arıyordu. her gece nazire yapar gibi reddedildiği odanın yakınlarındaki odalara ışığını yakarak damlıyordu. ama bu bizim onurlu çocuğun umrunda bile olmuyordu. sadece gülüyordu onun düştüğü bu duruma. yaklaşık on gün sonra ev arkadaşı tekrar odaya damladı. dili tutulmuştu sanki.

- ebele, höbele, göbele ..
- ney ?
- göbele, höbele, ebele ?
- yine ney ?
- zengin oldum! zengin oldum!
- nasıl yani ?
- sayısaldan altılıyı tutturdum. yaşlı ak bıyıklı adam doğru söylemiş. tüm verdikleri tuttu! artık zenginim! zenginim! önce ferrari alırım, daha sonra satarım. bilge olurum sonra. ha ha ha!! büyük bir fabrika açacağım, içinde onlarca insan çalışıp evine ekmek götürecek. hatta yüzlerce insan. ne yüzlercesi, trilyonlarım var benim, binlerce dostum binlerce. sonra apartman alırım ve kiraya veririm. üzülme dostum sana da para veririm. ne kadar istersen hem de. neşelen biraz. geri kalanını bankaya atacağım. bir kadın bulup düzinelerce çocuk yapmalıyım. hem de hemen.
- bir dakika! ak bıyıklı mı dedin sen az önce ?
- evet. inanmayacaksın ama son bir kaç gündür ak bıyıklı bir dede geliyor odama. hem de uyanıkken. beni çok sevmiş. çok iyi bir çocukmuşum. insanlara iyilikler yapıyormuşum. bu yüzden beni seçmiş. geçen gece de bana sayısal loto'nun sayılarını verdi. ben de oynadım ve kazandım. inanabiliyor musun ?
- bunun karşılığında ona ne verdin ?
- ne mi verdim ? adam ak bıyıklı dostum. iyileri ödüllendiriyor.
- bir dakika! pantolonunu indir.
- neden ?
- indir sen.
- dostum, bu tuhaf kaçabilir. senin yanında indiremem.
- içinde ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
- yapma. içinde ne olduğunu ikimizde biliyoruz. iki top ve bir mancınık.
- iğrenç çükünü görmek istemiyorum. donuna bakacağım.
- madem bu kadar merak ettin bak.
- bu benim muzlu boxer'ım.
- aa evet, geçen gün onu odamın kapısında buldum. başka giyecek bir şeyim kalmamıştı. kusura bakma. doğrusu çok güzel bir boxer. sen işini biliyorsun. kızlar için tahrik edici. kuzenimde bunun patlıcanlısından var. ondan yüzlerce alacağım.
- bu yalnızca kızlar için değil ak bıyıklı için de tahrik edici.
- ne demek bu ?
- onunla çırılçıplak sarıldınız!
- üstüme iyilik sağlık.
- beni kandırmaya çalışma. daha önce bu boxer'ı giyerken bunu bana teklif etmişti.
- ne dediğinle ilgili bir fikrim yok.
- onunla çırıpçıplak sarıldın!
- yapma!
- ne dersen de sana inanmıyorum.
- tamam. sadece öpüştük. duymak istediğin buysa.
- öpüştünüz ha ?
- evet, bir dakikalık fransız öpücüğü sadece.
- fransız öpücüğü ?
- bu kadar kapalı bakma arkadaşım. bunun sonucunda trilyoner oldum. sadece bir dakikalık bir şeydi. bunu büyütme.
- hemen odamı terket!
- çok muhafazakarsın.
- terket dedim!
- iyi be. zaten şu paralarla ilgili yapmam gerekenler var. sana mutlu salı pazarlı hayaller. görüşürüz.

hiç idealleriniz uğuruna istemediğiniz şeyler yapmak zorunda kaldınız mı? ne kadar acı ve utanç verici olsa da bunlara yeltendiniz mi? ak bıyıklı görevini kötüye kullanmış olsa da insanlara olanaklar sundu. belki de bir başkası ak bıyıklı'ya başka vaadler için seçim yapma hakkını sunmuştu kim bilir. bu da onun yapması gereken bir şeydi belki de. ne demiş kutsi: 'aşkın gururu olmaz, olamaz.'
bizim gururlu, onurlu çocuk ise ikinci el mutfak eşyalarını salı pazarında satmanın aşkıyla hayaller kurdu hep ve bir gün bir avukatın kapısını çalıp mısır'daki dedesinden ona bir kaç milyarcık kaldığını söylemesinden sonra hayalini gerçekleştirdi ve salı pazarlarının unutulmaz ikinci el mutfak eşyaları satıcısı oldu.
belki de hiç bir zaman, trilyonluk eski ev arkadaşının ona bu jesti yaptığının farkında olamayacaktı.

sonuç: herkes mutlu oldu.

5.7.10

kuala lumpur

bir grub genç kadıköy'de patsosis keyfindelerken biri, birine iştahla çiğnediği patates dolu ağzından güçlükle de olsa duyulabilen bir tonda, büyük bir sessizliğin ardından fırtınalı bir soru sorar:
- söylesene ..
- sorsana.
- kuala lumpur nerenin başkenti ?
sessizlik bir çığ gibi büyür ve patatesçi adam kulak misafiri olduğu bu soruyu duyduğunda servisinde anlık travmalar yaşar. soruyu son anda yakalayan siparişi iadeden dönen motorsikletli servis elemanı olayın geriliminden hızını alamayıp yere kapaklanır. masadaki gençlerin her biri sorunun kendilerine gelmemiş olmasını umarak sükutla ve tedirginlikle kalakalırlar. fakat sorunun sahibi kurbanını göz temasıyla yakalamıştır. ketçabı en bol yerinden aldığı ısırıkla gözlerini dikmiş ısrarla cevap beklemektedir. bir süre sonra beklenen yanıt gelir:
- bilmiyorum.
gerilim masanın bacaklarına kadar yapışıp, karabiber kabının iliklerine kadar işler. garsonlardan bir diğeri şuursuzca break dans yapmaya başlar. servis görevlisi menü kağıdına mayonez döküp ağızına götürür. ayranından bir fırt daha alan soru sahibi başını kınayıcı biçimde iki yana sallayarak:
- kusura bakma ama çok cahilsin,
der. diğerlerine döner. yeni kurbanını aramaya tam girişecekken diğerleri hemen gözlerini kaçırır. bu kez soruyu ortaya atarak herkese genelleştirme yoluna girer lumpurelya'lı koala.
- kuala lumpur nerenin başkenti ?
''ebenin'' der herkes içinden ama bir yanıt duymadan bırakılmayacaklarını anlarlar.
- bilmiyorum.
- bilmiyorum.
- bilmiyorum.
- buna inanamıyorum,
der soru sahibi entellektüel koala.
patsosis dünyasının duyabileceği en mühim mekan içi cevap olarak tarihe geçecek türdendir soru. yoğunluk artar, sıcaklık bastırır, mekanın basıncı fırlar. cevap gelir:
- malezya'nın.
gelmekle kalmaz,
- bunu nasıl bilemezsiniz!
yetinmez de:
- hiç yakıştıramadım!
ohaa!!
- ortaokul çocukları bilir.
müşteriler çığlıklar atıp kaçarlar, garsonlar break dans'a iyice kaptırmışlardır. sipariş iadeci motoruyla hızla uzaklaşıp en yakın burger king'e kaçar. soru muhattapları kilitlenmiş vaziyette kalmışlarken, lumpurcu hesabı ödemek için kalkar ve korku dolu gözleriyle onu bekleyen mekan sahibine yaklaşır. mekan sahibi lisede ezberlemeye çalıştığı tüm coğrafi bilgileri çabucak zihninden geçirmeye başladığında her şey için çok geç olduğunu anlar. son bir çabayla birşeyleri aklında tutar: paris-fransa, londra-ingiltere, niv york-amerika ..hayır hayır vaşington-amerika, allahım! allahım! geliyor, son bir tane daha, lütfen, budapeşte-macaristan .. tamam, bismillah..
koala yaklaşır gözlerini diker ve sorar:
- bir sosisli, bir ayran ne kadar ?
terli ve titrek mekan sahibi bir çırpıda cevaplar:
- italya!