27.11.10

babaanne masalları

sonrası:

sanki simsiyah gecenin koynundan yapayalnız bir adam yaklaşıyordu bulunduğu yere. bulunduğu yerde bulunuyordu. yapayalnız adamın takunyalarının sesi kendisinden daha önce selamladı onu; bulunduğu yerde bulunan adamı. orada olmayan adamın orada olan versiyonuydu orada olan adam.
oraya gelen adamsa oraya gitmeyen adamın oraya giden versiyonuydu; oraya gitmeyen adam diye biri varsa eğer.
...
yok!
- ait olduğun yer burası değil!

öncesi:

orospu çocuğu!
durup dururken.. nedeni yokken..
hikayeyi süslemek için söylemiyorum ama tam da sigarasının dördüncü fırtını alırken söylüyordu bunu. o kadar güzel bir rüzgar vardı ki, mutlaka sigara fırtlatılmalıydı. peki ya, 'orospu çocuğu.' bu neydi ya? bu bir hiç birşey'di.
işin özünü söylemek gerekirse bu bir takıntıydı.
bu bir saplantıydı.
durup dururken evden çıkıp yürümeye başlamıştı. durup dururken orospu çocuğu demişti. bununla ilgili anlayamadığı iki şey vardı; ikincisi: neden demişti, birincisi: bunu kime demişti?
bilmiyordu.
belki şimdiye kadar 'orospu çocuğu' dediği herkese, belki de bundan sonra 'orospu çocuğu' diyeceği herkese..

sonrasının öncesi:

aptalsınız! hepiniz de. şakalarınız aptal, giysileriniz aptal, fikirleriniz, paralarınız aptal. seçimleriniz, dünyalarınız, sanılarınız.. ben susadım.
komedi dizilerine ilk defa bu kadar dolu ve net konuşuyordu. konuştukça susadı, susadıkça konuşmadı. aslında tavrını bu denli sert yansıtmasına neden olan olan şey kötü komediler değildi. hayatına lütfeden iyi dramlardı.
bilibili.

öncesinin sonrası:

burası şehrin ışıklarından pek uzakta olmayan, -üstelik ona göre yüreği gamla ve kederle dolu olan insancıkların kendilerince uydurduğu ışıksız ayinlerine sahiplik eden, kuytunun bas bas bağırdığı yeriydi. burası gizli mabeddi. buranın tanıklarının her birinin ne olduğunu bildiği yer. büyüleyici ya da romanlarda kullanışlı bir ambiyans yaratmıyordu, -ki lağım çukuru, kokusuyla eşlik ediyordu her zaman bu ayinlere. buranın yazısız kuralı: kokunun boktanlığından kimseye bahsetme'ydi.
hani, filmlerde olur ya; öndeki oyuncu konuşurken arkadaki oyuncu, arkadaki oyuncu konuşurken öndeki oyuncu buğulanır bazen, ya da tam tersi.. kendini buğulanmış, arkasından gelen ayak seslerini netleştirmiş olarak düşündü hiç birşey'li, takıntılı, saplantılı zihninde. bedenini korku sarmıştı, yüzü donuklaşmaya başladı, gözleri kendi açısı içinde can çekişiyordu, elleri titriyor, kalbi hızla atarken.. aaa o da neydi, gelip yanına oturmuştu; mülayim bir adam. ona merhaba diyordu.
amına koyduğumun yavşağı!
dedi onu korkutan adama.
içinden.
merhaba.
öyle bir adamdı ki bu amına koyduğu yavşak, hikayedeki eksen karakter olacaktı.

öncesinin öncesi:

bu insanlar da acaba onun gibi mi bakıyorlardı? tipi düzgün olanlar kötü de olsa hep daha ciddi şeyleri mi düşünüyorlardı? şu dilenci acaba şu kot mantolu adam olsa onun kadar insan olamayacak mıydı? şu, ancak eve gittiğinde belini açık unuttuğunu öğrenecek sıska kız beline dövme yapma fikrine gerçekten alışabilmiş miydi? acaba belinden aşağıya uzantısı olan o dövmenin sonunda 'buraya giren hiç kimse geri dönmedi' yazıyor olabilir miydi?

sonrasının sonrası:

o hep oraya aitti oysa. mülayim birine göre fazla bilge tavırlıydı bu yavşak adam. oysa şimdi ait olduğunu düşünmediği yerde onunla birlikteydi. burası, teknolojik müziğin kendini en çok sevdirdiği sıradan bir kulüptü. ağzındaki kusmukları yalayarak geliyordu eksen insan.

- sanatçı anarşist olmalıdır. bu, benim yaratılışımda var. tüm saltlığıyla özgür bir adamım ben. sürüsüyle hareket eden koyunlardan değiim ben. benimki aynı, kırmızıda geçmeyi istemek gibisinden bir hayat biçimi. sen pek öyle değilsin sanırım.

tekrar yıllar öncesine mi dönülüyordu? o, bunları çoktan geçmişti. o, böyle bir dünyayı yedi kere arşınlamış biriydi zaten. bu adam neyden bahsediyordu? o,önce kusmuğunu temizlemeli daha sonra felsefe yapma zamanının geldiğine karar vermeliydi.

- hayır, benimkisi tam olarak yeşilde geçmemek.

bu adam onu bir yere kapatıp, üstüne bağırsaklarını titretecek kadar yüksek seste müzik verip bir de güzelce içkiyle şereflendirmişti. şimdi farkına vardığı şeyse bu adamın arkadaşı olduğuydu. kim olduğunu fark etmesinin önemini falan düşünmek de istemiyordu, sarhoşluğuna tüm alkolüyle ibadet etmek istiyordu. bir ara sızdığı bir sokak arasında uyandığında arkadan yaklaşan bir şey olduğunu hissetti. kulağında hala bir şeyler çalınıyor olduğunda ayak seslerini işitmedi ama hareket eden şeyin insana ait bir gölge olduğunu doğru tahmin etti. şimdi, omzunun en kemikli kısmını ısıtan duyarlı bir el ona sesleniyordu sanki:

... rası değil!
daha yükseğini duyabilir miydi acaba?
ait olduğun yer burası değil!

iyi geceler.

9.11.10

meme huçi!

- bıyıklarını, ''yukarı tükürsen kaş, aşağı tükürsen sakal'' esprisini yapmak için kesmiş olman şaşkınlık verici.
- sakallarımı kesip ''yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen göğüs kılı'' diyecek olmamdan iyidir diye düşündüm.
- bazen hiç bir şey demesen de olur.
- kimi zaman kaşlarımı da kesip ''yukarı tükürsen saç, aşağı tükürsen sakal'' diyesim geliyor.
- izzet yıldızhan epilasyon yaptırıp bu konuda hiç konuşmak istemediğini simgelememiş miydi? istersen sen de böyle bir tepki verebilirsin.
- bak, aklıma ne geldi?
- bakıyorum.
- ''yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal'' sözü hani hep 'yapacak bir şey yok, her yol boka çıkıyor' gibisinden bir anlama isabet geliyor ya.
- evet?
- bütün kıllarımızı kesersek bir umut ışığı doğar içimize. o zaman istediğimiz yere tükürebiliriz.
- çevreyi kirletmekten mi bahsediyorsun tükürerek?
- hayır, kendimize tükürüyoruz.
- ben kendime tükürmem.
- ben sana tükürürüm.
- tükürülecek insan mıyım ben?
- sen de bana tükür, ne var.
- niye tükürüyoruz?
- bir umut ışığı doğması için. her yolun boka çıkmadığını bilmenin hazzını yaşamak için.
- tüm kıllarımızı kesersek uzaylı gibi görünürüz.
- saçmalama, uzaylı sana hiç görünüyor mu mesela?
- görünmedi. belki de görünmüştür de ben farketmemişimdir.
- bırak şimdi uzaylıyı. bu sayede kimse bizim durumumuz için ''yukarı tükürseler bıyık, aşağı tükürseler sakal'' diyemeyecek.
- ileri doğru tükürürsek?
- onların suratlarına tükürmüş oluruz.
- vay bee!
- yaa, ne sandın. bir şey biliyoruz da konuşuyoruz.
- ben bazen bilmeden de konuşuyorum. biliyormuş gibi. herkes çok bilgili olduğumu düşünüyor. aslında bir bok bilmiyorum.
- sahi mi?
- tabi ya, ne sandın. bir şey biliyoruz da konuşuyoruz.
- tamam o zaman, hadi eve gidip meme uçlarımızı birbirimize sürtelim.
- yest go! go hom! meme huçi!
- ne dedin?
- ingilizce konuştum.
- ne dedin yani?
- meme uçlarımız dimdik oldu dedim.
- birbirimize sürtelim de desene.
- yest hom! go yo!
- ooo..
- ne sandın, hadi eve gidip yest hom go yo.
- yest go! go hom! meme huçi!