5.12.10

bilibili

adres kısmına y'yi yazdığında bunun için pişmanlık duyacağını fark etmesi geç olmuştu. youporn çoktan görünür biçimde bakıyordu arkadaşına. ikisi de ses etmediler. youtube açıldığı anda ilk darbesini böyle vuruyordu yüzüne. utandı ve bu beş saniye sürdü. arkadaşına beğenilerini sosyal ağlar üzerinde gösteriyordu.

- kız tavlamak için mi yazıyon lan bunları?
- yok be abi, ne kız tav..
- siktir lan ibne!

ibne mi!
-ibne!
yüz on iki tane beş saniye sonra internetin başında yalnızdı. virüslü sitelerde gezinirken yandan bir kutucuk açıldı. bu 'ebru34'ün kutucuğuydu. ona davetkar tripler atıyordu. 'ne var ulan sanki, avatarına sıçtığım' edasıyla, sessiz sedasıyla ve belki de istemdışı bir hareketle tıkladı orayı. bunu yaptığında küçük bir konuşma penceresi açıldı ve onunla gerçekten de konuşuyordu. bundan sonrası aynen şöyle gelişti:

- merhaba sana. gelecekten yazıyoruz.
- evet?
- insanlığı kurtarmalısın.
- nasıl?
- insanlığın geleceği tehlikede.
- kaç yılından yazıyorsunuz?
- sen kaç yılındasın şu an?
- 2010. bir ay sonra 2011 olacak işte.
- galatasaray 10. mu?
- evet.
- bu zamanda küme düştüler.
- hadi ya!
- ilerde faşist bir lider olacaksın.
- ben?
- evet. bunun önüne geçmelisin.
- siz kaç yılından yazıyorsunuz?
- bunu söyleyemem.
- ne yapmalıyım?
- ne iş yapıyorsun sen?
- çiftliğimde domates yetiştiriyorum.
- daha güvenli ve tehlikesiz bir işe gir.
- tamam. belki de bu işi bırakıp orduya katılmalıyım.
- milyonlarca insanın ölmne neden olacaksın yoksa. ölümüne* en gelişmiş teknolojilerde bile böyle sorunlar olabiliyor işte.
- gelecekten yazdığınız için böyle sorunlar olabiliyor demek.
- kolay mı, gelecekten yazıyoruz amına koyim.
- evet.
- sikerim bu butonları.
- yalnız, siz şu an kendi adınıza konuşuyorsanız şimdiki zamanda olmuş olmuyor musunuz orada?
- gelecek burası.
- oraya ulaşmadınız mı?
- evet, buradayız.
- gelmişsiniz işte, ne geleceği?
- sen geçmişte kaldın evladım.
- sana göre geçmiş işte. ben şimdiki zamandayım.
- ben neredeyim?
- sen de şimdiki zamandasın.
- o zaman niye aynı zamanda değiliz amına koyim!
- işte burada kime göre olduğu önemli. şimdi sen tek başına gittin oraya, herkes burada çünkü.
- ne bileyim lan ben! dur bakiyim camdan. arkadaşımın cenazesini taşıyorlar. sanırım ben ışınlanmışım buraya.
- sen misin lan ismail?
- evet lan amına koyim, nasıl inandın mı? iyi kandırdım ha seni.
- ya, evet. üstelik gelecekten kandırdın.
- ne sandın gülüm.
- o zaman oradan çabuk gel, senin geçmişini sikiyorum.
- lan!
- bilibili.

27.11.10

babaanne masalları

sonrası:

sanki simsiyah gecenin koynundan yapayalnız bir adam yaklaşıyordu bulunduğu yere. bulunduğu yerde bulunuyordu. yapayalnız adamın takunyalarının sesi kendisinden daha önce selamladı onu; bulunduğu yerde bulunan adamı. orada olmayan adamın orada olan versiyonuydu orada olan adam.
oraya gelen adamsa oraya gitmeyen adamın oraya giden versiyonuydu; oraya gitmeyen adam diye biri varsa eğer.
...
yok!
- ait olduğun yer burası değil!

öncesi:

orospu çocuğu!
durup dururken.. nedeni yokken..
hikayeyi süslemek için söylemiyorum ama tam da sigarasının dördüncü fırtını alırken söylüyordu bunu. o kadar güzel bir rüzgar vardı ki, mutlaka sigara fırtlatılmalıydı. peki ya, 'orospu çocuğu.' bu neydi ya? bu bir hiç birşey'di.
işin özünü söylemek gerekirse bu bir takıntıydı.
bu bir saplantıydı.
durup dururken evden çıkıp yürümeye başlamıştı. durup dururken orospu çocuğu demişti. bununla ilgili anlayamadığı iki şey vardı; ikincisi: neden demişti, birincisi: bunu kime demişti?
bilmiyordu.
belki şimdiye kadar 'orospu çocuğu' dediği herkese, belki de bundan sonra 'orospu çocuğu' diyeceği herkese..

sonrasının öncesi:

aptalsınız! hepiniz de. şakalarınız aptal, giysileriniz aptal, fikirleriniz, paralarınız aptal. seçimleriniz, dünyalarınız, sanılarınız.. ben susadım.
komedi dizilerine ilk defa bu kadar dolu ve net konuşuyordu. konuştukça susadı, susadıkça konuşmadı. aslında tavrını bu denli sert yansıtmasına neden olan olan şey kötü komediler değildi. hayatına lütfeden iyi dramlardı.
bilibili.

öncesinin sonrası:

burası şehrin ışıklarından pek uzakta olmayan, -üstelik ona göre yüreği gamla ve kederle dolu olan insancıkların kendilerince uydurduğu ışıksız ayinlerine sahiplik eden, kuytunun bas bas bağırdığı yeriydi. burası gizli mabeddi. buranın tanıklarının her birinin ne olduğunu bildiği yer. büyüleyici ya da romanlarda kullanışlı bir ambiyans yaratmıyordu, -ki lağım çukuru, kokusuyla eşlik ediyordu her zaman bu ayinlere. buranın yazısız kuralı: kokunun boktanlığından kimseye bahsetme'ydi.
hani, filmlerde olur ya; öndeki oyuncu konuşurken arkadaki oyuncu, arkadaki oyuncu konuşurken öndeki oyuncu buğulanır bazen, ya da tam tersi.. kendini buğulanmış, arkasından gelen ayak seslerini netleştirmiş olarak düşündü hiç birşey'li, takıntılı, saplantılı zihninde. bedenini korku sarmıştı, yüzü donuklaşmaya başladı, gözleri kendi açısı içinde can çekişiyordu, elleri titriyor, kalbi hızla atarken.. aaa o da neydi, gelip yanına oturmuştu; mülayim bir adam. ona merhaba diyordu.
amına koyduğumun yavşağı!
dedi onu korkutan adama.
içinden.
merhaba.
öyle bir adamdı ki bu amına koyduğu yavşak, hikayedeki eksen karakter olacaktı.

öncesinin öncesi:

bu insanlar da acaba onun gibi mi bakıyorlardı? tipi düzgün olanlar kötü de olsa hep daha ciddi şeyleri mi düşünüyorlardı? şu dilenci acaba şu kot mantolu adam olsa onun kadar insan olamayacak mıydı? şu, ancak eve gittiğinde belini açık unuttuğunu öğrenecek sıska kız beline dövme yapma fikrine gerçekten alışabilmiş miydi? acaba belinden aşağıya uzantısı olan o dövmenin sonunda 'buraya giren hiç kimse geri dönmedi' yazıyor olabilir miydi?

sonrasının sonrası:

o hep oraya aitti oysa. mülayim birine göre fazla bilge tavırlıydı bu yavşak adam. oysa şimdi ait olduğunu düşünmediği yerde onunla birlikteydi. burası, teknolojik müziğin kendini en çok sevdirdiği sıradan bir kulüptü. ağzındaki kusmukları yalayarak geliyordu eksen insan.

- sanatçı anarşist olmalıdır. bu, benim yaratılışımda var. tüm saltlığıyla özgür bir adamım ben. sürüsüyle hareket eden koyunlardan değiim ben. benimki aynı, kırmızıda geçmeyi istemek gibisinden bir hayat biçimi. sen pek öyle değilsin sanırım.

tekrar yıllar öncesine mi dönülüyordu? o, bunları çoktan geçmişti. o, böyle bir dünyayı yedi kere arşınlamış biriydi zaten. bu adam neyden bahsediyordu? o,önce kusmuğunu temizlemeli daha sonra felsefe yapma zamanının geldiğine karar vermeliydi.

- hayır, benimkisi tam olarak yeşilde geçmemek.

bu adam onu bir yere kapatıp, üstüne bağırsaklarını titretecek kadar yüksek seste müzik verip bir de güzelce içkiyle şereflendirmişti. şimdi farkına vardığı şeyse bu adamın arkadaşı olduğuydu. kim olduğunu fark etmesinin önemini falan düşünmek de istemiyordu, sarhoşluğuna tüm alkolüyle ibadet etmek istiyordu. bir ara sızdığı bir sokak arasında uyandığında arkadan yaklaşan bir şey olduğunu hissetti. kulağında hala bir şeyler çalınıyor olduğunda ayak seslerini işitmedi ama hareket eden şeyin insana ait bir gölge olduğunu doğru tahmin etti. şimdi, omzunun en kemikli kısmını ısıtan duyarlı bir el ona sesleniyordu sanki:

... rası değil!
daha yükseğini duyabilir miydi acaba?
ait olduğun yer burası değil!

iyi geceler.

9.11.10

meme huçi!

- bıyıklarını, ''yukarı tükürsen kaş, aşağı tükürsen sakal'' esprisini yapmak için kesmiş olman şaşkınlık verici.
- sakallarımı kesip ''yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen göğüs kılı'' diyecek olmamdan iyidir diye düşündüm.
- bazen hiç bir şey demesen de olur.
- kimi zaman kaşlarımı da kesip ''yukarı tükürsen saç, aşağı tükürsen sakal'' diyesim geliyor.
- izzet yıldızhan epilasyon yaptırıp bu konuda hiç konuşmak istemediğini simgelememiş miydi? istersen sen de böyle bir tepki verebilirsin.
- bak, aklıma ne geldi?
- bakıyorum.
- ''yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal'' sözü hani hep 'yapacak bir şey yok, her yol boka çıkıyor' gibisinden bir anlama isabet geliyor ya.
- evet?
- bütün kıllarımızı kesersek bir umut ışığı doğar içimize. o zaman istediğimiz yere tükürebiliriz.
- çevreyi kirletmekten mi bahsediyorsun tükürerek?
- hayır, kendimize tükürüyoruz.
- ben kendime tükürmem.
- ben sana tükürürüm.
- tükürülecek insan mıyım ben?
- sen de bana tükür, ne var.
- niye tükürüyoruz?
- bir umut ışığı doğması için. her yolun boka çıkmadığını bilmenin hazzını yaşamak için.
- tüm kıllarımızı kesersek uzaylı gibi görünürüz.
- saçmalama, uzaylı sana hiç görünüyor mu mesela?
- görünmedi. belki de görünmüştür de ben farketmemişimdir.
- bırak şimdi uzaylıyı. bu sayede kimse bizim durumumuz için ''yukarı tükürseler bıyık, aşağı tükürseler sakal'' diyemeyecek.
- ileri doğru tükürürsek?
- onların suratlarına tükürmüş oluruz.
- vay bee!
- yaa, ne sandın. bir şey biliyoruz da konuşuyoruz.
- ben bazen bilmeden de konuşuyorum. biliyormuş gibi. herkes çok bilgili olduğumu düşünüyor. aslında bir bok bilmiyorum.
- sahi mi?
- tabi ya, ne sandın. bir şey biliyoruz da konuşuyoruz.
- tamam o zaman, hadi eve gidip meme uçlarımızı birbirimize sürtelim.
- yest go! go hom! meme huçi!
- ne dedin?
- ingilizce konuştum.
- ne dedin yani?
- meme uçlarımız dimdik oldu dedim.
- birbirimize sürtelim de desene.
- yest hom! go yo!
- ooo..
- ne sandın, hadi eve gidip yest hom go yo.
- yest go! go hom! meme huçi!

1.8.10

reklam

mopaş önü.
poşet turşu: 2.90

- poşet turşunun 2.90 olduğu bir dünyaya çocuk getirmem.

''SİZ DE BÖYLE BİR DÜNYAYA ÇOCUK GETİRMEK İSTEMİYORSANIZ 'PİRE ZERVATİF' KULLANIN!''

- türkiye'de yapılamaz oğlum öyle reklam.
- tabii lan, sikerler valla.

''EĞER SİKECEKSENİZ ÖNCE PİRE ZERVATİF TAKIN, ÖYLE SİKİN! PİRE ZERVATİFLERİ. SAĞLICAKLA!''

bim önü.
pire zervatifleri: 2.90

- pire zervatif'lerin 2.90 olduğu bir dünyaya çocuk getirmem.

14.7.10

muzlu boxer

giriş: salı pazarına gitmeye karar verdiği bir çarşamba sabahına pazar temizliğiyle başlamıştı ki ''1 mesaj alındı. paketinden de 1 sigara alındı!'' diyerek arkadaşının telefonuna gelen mesajdan onu haberdar etmenin ödülünü alıyordu kendince muzlu boxer'ının daha da eskidiğinin farkına vardığı zaman diliminde. o kadar yorgundu o kadar bitkindi ki daniel guiza bu kadar beceriksiz, marilyn manson bu kadar çirkin görünmemişti daha önce gözüne. ne dışarı çıkacak hal ne de içeri girecek takat kalmıştı yorgun bedeninde. o kadar ki odasına giren arkadaşını osuruğuyla selamladı.

- sen bugün salı pazarına gitmeyecek miydin ?
- evet ama evde kutlama yapmaya karar verdim.
- neyi kutlayacaksın ?
- 14 haziran'ı.
- ne önemi var bugünün ?
- bir önemi yok ama kutlama yapmama engel değil.

arkadaşının, osurukla selamlanmasına rağmen belki de hiçbir zaman haberi olmayacaktı paketinden habersiz bir sigara daha eksildiğinin. gitti ve bir dahaki gelişine kadar oraya asla dönmedi. onunsa aklında bazı oluşumlar oluyordu ve bu oluşumlar onu yoruyordu.

gelişme: yorgunluğunun en üst safhasında her zaman açık bıraktığı sineklikten ak bıyıklı dede çıkıverdi.

- neden sakallarını kestin ?
- sıcaklıklar bunaltıcı.
- marifetlerin bu şekilde de işe yarıyor mu ?
- saçlarını kazıtsan kafan eskisi gibi çalışmaz mı !
- bu halini de sevdim.
- etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı ?
- evet, tamam.
- gıdıklanınca gülmez miyiz ?
- gıdıklanmıyorsun yaşlı adam.
- zehirlenirsek ölmez miyiz ?
- tamam, shakespeare.
- venedik taciri. shylock'un unutulmaz tiradından.
- yüce ve bilgesin ak bıyıklı dede. pekiyi shakespeare'in 16. sonesini biliyor musun ?
- hayır.
- 16. soneyi sormak için gelmedin ya ?
- neden geldiğimi söylememi, söyledikten sonra duymayı, duyduktan sonra anlamayı ve anladıktan sonra hissetmeyi mi istiyorsun ?
- galiba.
- öyleyse öp beni.
- anlayamadım.
- anlayamadın.
- seni öpmem yaşlı adam.
- sadece dudağıma bir öpücük kondur ve muck sesi çıkart dudağını çekmeden.
- bana nasıl öpmem gerektiğinden bahsetme bir daha.
- sen mi yapacaksın ?
- hayır.
- mükemmel bir öpücük olsun istiyorum. dudaklarıma yaklaşmadan dilinle üst dudağını ıslat ve alt dudağımdan kaptır. sonra da muck sesini çıkart.
- bir bardak daha viski ? ne içtin sen ?
- neden geceleri geliyorum sanıyorsun ?
- sapık mısın ak bıyık ?
- kaç kez habersiz gelip muzlu boxer'ından taşan kalçalarını seyredip otuz ...
- yeter! seni yaşlı bunak sapık iğrenç sübyancı herif. bundan sonra bana gelmekten seni men ediyorum.
- iyi düşün deikanlı.
- git! manyak adam seni!
- allah'a emanet ol!
- çık! çıkmadan gitme! önce çık sonra çıktığın gibi git geldiğin yere! bir bu eksikti.

spesifik olarak bakıldığında ak bıyıklı dede fos'tu. yine de tamamı evde geçecek olan mutlu bir çarşamba günü olabilirdi. ak bıyıklı dede'nin sübyancı bir sapık çıkmasına yıkılmıştı ama zaten daha önce bir altılının sayılarını bile doğru dürüst vermemişti ona. hatta bir gece gelip sigarasını fırtlatırken sayısal loto'dan iki rakam söylemiş 'diğerlerini sen bulacaksın, içindeki sesi dinle' diye klasik ve saçma bir fikir vermişti. o da bir rakam daha tutturabilmiş ve verdiği kupon parasını geri alabilmişti ancak. bir daha gelmeyip taciz etmese de olurdu. çok daha iyi olurdu. bunları düşünüyor, soğuk bira almak için para kaynakları yaratmayı düşlüyordu. pat diye, evet evet, pat diye girdi bu sırada arkadaşı tekrardan.

- ne yapıyorsun ?
- yılan oynatıyorum. sence napıyorum? oturuyorum.
- 14 hazirana ne oldu ?
- kutlamayı ertelemek zorundayım.
- seni dolapta bekleyen biraların olduğunu biliyor musun ?
- artık evet.
- seversin diye fıçı aldım.
- sağol.
- belki beraber içip birbirimize iltifatlar ederiz ha, ne dersin ?
- bir dahaki sefere.
- beraber içmek istersen kapının hemen dışında olacağım.
- bunun için kapıyı üzerine kapatmak zorundayım. bira için teşekkürler, biraz yalnız kalmak istiyorum.

sıcak bir havaya göre bile soğuk bir biraydı. yudumlarını aldıkça hep salı pazarında açmak istediği ucuz mutfak eşyaları tezgahını düşünüyordu. haftada en fazla yedi gün salı pazarına gidiyor ve geleceğini orada düşlüyordu. belki de mısır'daki dedesinin ölmesini beklemeliydi. yalnız, bunun için mısır'da bir dedesinin olduğunu varsaymalıydı. hayalleriyle dalıp gitti. uyandığında hava kararmıştı. sinekliği parladığında ak bıyıklı'nın geldiğini hissetti. arkasını dönüp nevresimi üzerine çekti.

- neden geldin ?
- demek uyumuyordun. belki fikrini değiştirmişsindir diye düşündüm.
- avucunu yala.
- yalayabilirim. gerçekten. bunu yaparım istersen.
- iğrenç adam! senin gibiler homo olamaz. sen ak sakallılar soyundansın. ulusun.
- her soyun farklı kimlikleri vardır genç adam.
- neden ben ? muzlu boxer'ım olduğu için mi? bundan sonra klasik beyaz don giyeceğim. o zaman ne yapacaksın ?
- bu söylediklerinin bir önemi yok. ben ne istediğimi biliyorum.
- bak bunu yapacak olsaydım hugh jackman ya da ne bileyim jude law'la yapardım. ama seninle.. büzüşmüş.. beyaz kıllı... unut bunu tamam mı ? bundan öncekini de unut!
- haftasonu çekilecek sayısal loto sonuçlarını şimdiden söylersem ?
- ya evet, bu sefer üç tanesini mi söyleyeceksin ?
- ı'ıh!
- dört ?
- cıks!
- beş mi ?
- hepsini dene.
- altısını da.
- evet yavrum.
- siktir lan!
- bunu yapabilirim. eğer istiyorsan, gerçekten, ben hazırım. pasif olabilirim.
- lütfen sus. ya da kusmam için bir kap ver.
- teklifimi beğendin mi ?
- önce rakamları söyle.
- önce soyun.
- ne soyunması ? öpüşmek için ... böhhh!.. pardon! öpüşmek için soyunmak gerekmez.
- fakat altısını söylüyorum. bu daha da fazla cömertlik demek. hem benim için hem de senin için yavrum.
- bunu asla yapmam.
- iyi düşün delikanlı. çırılçıplak birbirimize sarılacağız. sonra sana altı rakamı söyleyeceğim. sen de trilyonlarını nasıl değerlendirmen gerektiğini bilmek için bir uzman tutacaksın.
- öpüşmekten vazgeçtin öyle mi ?
- evet. sadece çıplak olarak sarılmak istiyorum.
- bir an nefsime yenik düştüm ama şimdi iyiyim. para uğruna bedenimi ve onurumu satmıyorum. gerçekten çırılçıplak sarılmak için bir şeyler hissedebileceğim birini bekleyeceğim. ben böyle iyiyim yaşlı ak bıyıklı homo. geldiğin yere geri dön. seni ve vaadlerini reddediyorum.
- eşcinsellere saygı göstermelisin piç kurusu!
- eşcinsellere hiç bir şeyimi göstermek istemiyorum. lütfen odamı terket ve bir daha sakın buraya gelme. bir daha da bu muzlu boxer'ı giyenin götünü siksinler.

boxer'ı çıkardığı gibi savurdu diğer odaya doğru. onurluca bir hareketti yaptığı. yine de eşcinsellere saygı göstermeliydi piç kurusu. olsun, en azından paranın şehveti karşısında dimdik durabildi. bundan sonraki süreçte klasik beyaz donuyla mutluydu. ak bıyıklı artık gelmiyordu sineklikten. yalnız hissediyordu ak bıyıklı. bu yüzden mutluluğu başka yerlerde arıyordu. her gece nazire yapar gibi reddedildiği odanın yakınlarındaki odalara ışığını yakarak damlıyordu. ama bu bizim onurlu çocuğun umrunda bile olmuyordu. sadece gülüyordu onun düştüğü bu duruma. yaklaşık on gün sonra ev arkadaşı tekrar odaya damladı. dili tutulmuştu sanki.

- ebele, höbele, göbele ..
- ney ?
- göbele, höbele, ebele ?
- yine ney ?
- zengin oldum! zengin oldum!
- nasıl yani ?
- sayısaldan altılıyı tutturdum. yaşlı ak bıyıklı adam doğru söylemiş. tüm verdikleri tuttu! artık zenginim! zenginim! önce ferrari alırım, daha sonra satarım. bilge olurum sonra. ha ha ha!! büyük bir fabrika açacağım, içinde onlarca insan çalışıp evine ekmek götürecek. hatta yüzlerce insan. ne yüzlercesi, trilyonlarım var benim, binlerce dostum binlerce. sonra apartman alırım ve kiraya veririm. üzülme dostum sana da para veririm. ne kadar istersen hem de. neşelen biraz. geri kalanını bankaya atacağım. bir kadın bulup düzinelerce çocuk yapmalıyım. hem de hemen.
- bir dakika! ak bıyıklı mı dedin sen az önce ?
- evet. inanmayacaksın ama son bir kaç gündür ak bıyıklı bir dede geliyor odama. hem de uyanıkken. beni çok sevmiş. çok iyi bir çocukmuşum. insanlara iyilikler yapıyormuşum. bu yüzden beni seçmiş. geçen gece de bana sayısal loto'nun sayılarını verdi. ben de oynadım ve kazandım. inanabiliyor musun ?
- bunun karşılığında ona ne verdin ?
- ne mi verdim ? adam ak bıyıklı dostum. iyileri ödüllendiriyor.
- bir dakika! pantolonunu indir.
- neden ?
- indir sen.
- dostum, bu tuhaf kaçabilir. senin yanında indiremem.
- içinde ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
- yapma. içinde ne olduğunu ikimizde biliyoruz. iki top ve bir mancınık.
- iğrenç çükünü görmek istemiyorum. donuna bakacağım.
- madem bu kadar merak ettin bak.
- bu benim muzlu boxer'ım.
- aa evet, geçen gün onu odamın kapısında buldum. başka giyecek bir şeyim kalmamıştı. kusura bakma. doğrusu çok güzel bir boxer. sen işini biliyorsun. kızlar için tahrik edici. kuzenimde bunun patlıcanlısından var. ondan yüzlerce alacağım.
- bu yalnızca kızlar için değil ak bıyıklı için de tahrik edici.
- ne demek bu ?
- onunla çırılçıplak sarıldınız!
- üstüme iyilik sağlık.
- beni kandırmaya çalışma. daha önce bu boxer'ı giyerken bunu bana teklif etmişti.
- ne dediğinle ilgili bir fikrim yok.
- onunla çırıpçıplak sarıldın!
- yapma!
- ne dersen de sana inanmıyorum.
- tamam. sadece öpüştük. duymak istediğin buysa.
- öpüştünüz ha ?
- evet, bir dakikalık fransız öpücüğü sadece.
- fransız öpücüğü ?
- bu kadar kapalı bakma arkadaşım. bunun sonucunda trilyoner oldum. sadece bir dakikalık bir şeydi. bunu büyütme.
- hemen odamı terket!
- çok muhafazakarsın.
- terket dedim!
- iyi be. zaten şu paralarla ilgili yapmam gerekenler var. sana mutlu salı pazarlı hayaller. görüşürüz.

hiç idealleriniz uğuruna istemediğiniz şeyler yapmak zorunda kaldınız mı? ne kadar acı ve utanç verici olsa da bunlara yeltendiniz mi? ak bıyıklı görevini kötüye kullanmış olsa da insanlara olanaklar sundu. belki de bir başkası ak bıyıklı'ya başka vaadler için seçim yapma hakkını sunmuştu kim bilir. bu da onun yapması gereken bir şeydi belki de. ne demiş kutsi: 'aşkın gururu olmaz, olamaz.'
bizim gururlu, onurlu çocuk ise ikinci el mutfak eşyalarını salı pazarında satmanın aşkıyla hayaller kurdu hep ve bir gün bir avukatın kapısını çalıp mısır'daki dedesinden ona bir kaç milyarcık kaldığını söylemesinden sonra hayalini gerçekleştirdi ve salı pazarlarının unutulmaz ikinci el mutfak eşyaları satıcısı oldu.
belki de hiç bir zaman, trilyonluk eski ev arkadaşının ona bu jesti yaptığının farkında olamayacaktı.

sonuç: herkes mutlu oldu.

5.7.10

kuala lumpur

bir grub genç kadıköy'de patsosis keyfindelerken biri, birine iştahla çiğnediği patates dolu ağzından güçlükle de olsa duyulabilen bir tonda, büyük bir sessizliğin ardından fırtınalı bir soru sorar:
- söylesene ..
- sorsana.
- kuala lumpur nerenin başkenti ?
sessizlik bir çığ gibi büyür ve patatesçi adam kulak misafiri olduğu bu soruyu duyduğunda servisinde anlık travmalar yaşar. soruyu son anda yakalayan siparişi iadeden dönen motorsikletli servis elemanı olayın geriliminden hızını alamayıp yere kapaklanır. masadaki gençlerin her biri sorunun kendilerine gelmemiş olmasını umarak sükutla ve tedirginlikle kalakalırlar. fakat sorunun sahibi kurbanını göz temasıyla yakalamıştır. ketçabı en bol yerinden aldığı ısırıkla gözlerini dikmiş ısrarla cevap beklemektedir. bir süre sonra beklenen yanıt gelir:
- bilmiyorum.
gerilim masanın bacaklarına kadar yapışıp, karabiber kabının iliklerine kadar işler. garsonlardan bir diğeri şuursuzca break dans yapmaya başlar. servis görevlisi menü kağıdına mayonez döküp ağızına götürür. ayranından bir fırt daha alan soru sahibi başını kınayıcı biçimde iki yana sallayarak:
- kusura bakma ama çok cahilsin,
der. diğerlerine döner. yeni kurbanını aramaya tam girişecekken diğerleri hemen gözlerini kaçırır. bu kez soruyu ortaya atarak herkese genelleştirme yoluna girer lumpurelya'lı koala.
- kuala lumpur nerenin başkenti ?
''ebenin'' der herkes içinden ama bir yanıt duymadan bırakılmayacaklarını anlarlar.
- bilmiyorum.
- bilmiyorum.
- bilmiyorum.
- buna inanamıyorum,
der soru sahibi entellektüel koala.
patsosis dünyasının duyabileceği en mühim mekan içi cevap olarak tarihe geçecek türdendir soru. yoğunluk artar, sıcaklık bastırır, mekanın basıncı fırlar. cevap gelir:
- malezya'nın.
gelmekle kalmaz,
- bunu nasıl bilemezsiniz!
yetinmez de:
- hiç yakıştıramadım!
ohaa!!
- ortaokul çocukları bilir.
müşteriler çığlıklar atıp kaçarlar, garsonlar break dans'a iyice kaptırmışlardır. sipariş iadeci motoruyla hızla uzaklaşıp en yakın burger king'e kaçar. soru muhattapları kilitlenmiş vaziyette kalmışlarken, lumpurcu hesabı ödemek için kalkar ve korku dolu gözleriyle onu bekleyen mekan sahibine yaklaşır. mekan sahibi lisede ezberlemeye çalıştığı tüm coğrafi bilgileri çabucak zihninden geçirmeye başladığında her şey için çok geç olduğunu anlar. son bir çabayla birşeyleri aklında tutar: paris-fransa, londra-ingiltere, niv york-amerika ..hayır hayır vaşington-amerika, allahım! allahım! geliyor, son bir tane daha, lütfen, budapeşte-macaristan .. tamam, bismillah..
koala yaklaşır gözlerini diker ve sorar:
- bir sosisli, bir ayran ne kadar ?
terli ve titrek mekan sahibi bir çırpıda cevaplar:
- italya!

19.6.10

bekleyiş

‘’Işıklarda inebilir miyiiim’’ dedi tiki-kız.Herkesin bunaldığı bir sıcak günün eşlik ettiği, trafiğin yoğunlaşmış olduğu en derin kavşakta.Dolmuş sakinleri bir anlık olaya tanıklık etme durumundaydılar ve sakindiler.Kimi zaman para üstleriyle uğraşıyor,kimi zaman radyodaki arabesk parçanın sesiyle oynuyordu dolmuş şoförü.Ve henüz kendisinden bir yanıt gelmemişti.Herkesin aklında bir soru oluştu işte o an,tiki-kız’ın garip ses tonunu garipsemelerine karşın belli etmemeye çalışaraktan: ‘’Acaba şoför soruyu duydu mu?’’Duyduysa neden cevabını vermedi.Ben bu soruya kendi içimde ‘’cevap vermek zorunda hissetmedi,ışıklarda bırakacak’’ cevabını verdim.Ama acaba öyle miydi? Sonunu görmek için sabırsızlanıyorduk.Bu bilinmezlik çılgına çevirmişti bizi.Dolmuş,dolmuşluktan çıkmış bir bilinmezlik labirentine dönüşmüştü adeta.Derin bir sessiz bekleyiş…

Pekiyi ya şoför soruyu duymadıysa?..Tiki-kız ne yapacaktı? Tekrar aynı soruyu sormak için daha ne kadar bekleyecekti? Herkes bu soruya yoğunlaştı o an.Soru işaretleri dolmuş aracını sarıp sarmalamıştı ki, aynı ampul tiki-kız’ın da kafasında yanınca sorusunu tekrarladı.Bu kez daha yüksek bir ses tonuyla: ‘’Işıklarda inebilir miyiiiiiim?.’’ İ harfini ‘’miyim’’ sözcüğünün içerisinde o kadar yaydı ki biz artık buna herhalde cevap verecektir deyip bilinmezliklerimizden sıyrılıp başımızı çevirdiğimiz anda rahatlamış hissederken birden tekrar sarsıldık.Cevap yoktu! Biliyorduk,dolmuş şoförü konuşabiliyordu,bizi duymuştu da üstelik..’’Bostancı’ya iki kişi’’ dediğimizde dönüp parayı almış ve ‘’Bostancı iki kişi,para üstü’’ demişti.Biliyorduk! Bütün benliğimiz dünyadan sıyrılmış,dolmuş şoförü ve tiki-kız’ın üzerinde yoğunlaşmıştı,yoğun trafiğin kıskacında.Kızın suratı kaskatı kesilmişti.’’Neden cevap vermiyorsun be adam! Neden?’’

Sonunda sakinlerden biri dayanamadı: ‘’Kaptan,ışıklarda inecek vardı.’’ İşte en önemli andı bu.Ve o tiki-kız’ın iki kez aynı sorusuna cevap vermeyen,hepimizi bilinmezlik labirentine mahkum eden,hayatla bağımızı kesen,dünyevi dertlerimizi unutturan o adam sonunda konuşuyordu.Sanki bir yavaş çekimdeymişizcesine eşlik ediyorduk zamana -ki o an öyle hissediyordum.Söylediği her harf beynimize daktilo gibi vuruyordu an be an dolmuş şoförünün.Bitmesini hiç istemediğimiz bir rüyada bitmesini istediğimiz bir şey görüyorduk sanki.Hazmederek dinliyorduk o kelimeleri; dolmuş şoförünün iki dudağının arasından çıkacak o kelimeleri.İşte konuşuyordu: ‘’Tamam,ışıklarda demedi mi bayan? Geldik işte.’’ Ufkumuz açılmıştı.Karmaşıklıklarımızdan kurtulmuştuk.Bir masturbasyon sonrası rahatlamışlık hissi vardı herkeste.Belki sigara yakmamıza bile izin verecekti şoför görgü ve yasal yasaklılık kurallarını hiçe sayarak -ki bunu yapsaydık yasal yasaklılık kuralını çiğneyecektik.Tiki-kız ağzındaki sakızı damağının altından dilinin üstüne alıp çiğnemeye başladı, çok rahatlamıştı ama yine de zamanında söyleseydi ya şoför keşke, neyse.Biz mutluyduk! Sanki herkes birbirine sarılacaktı o vakit,beraber şarkılar söylenecekti.Sevinç çığlıkları atılacaktı.Işıklarda durduk ve tiki-kız’ı hep beraber anlamlı bir tebessümle uğurladık araçtan.

Hayatta küçük şeylerle mutlu olur insan.