26.7.11

erwing için 10. boyutu keşfetmek

'BİR GÖZ GEZDİR. SEMPTOMLARA FALAN BAK. BENİ DÜŞÜN TABİİ SEMPTOMLARI OKURKEN. ÇOK ÖNEMLİ BENİM İÇİN. %99 BENDE BUNDAN VAR!'

beraber tool dinlediğim, puding yediğim sevgili arkadaşım erwing'in bilgisayarıma gönderdiği bu iletiyle afyonum patladı. daha yeni masturbasyonlaşmıştım ki, tası tarağı toplayıp, iletinin altındaki linke tıkladım.

- YETİŞKİN ADD.
İŞARETLER, BELİRTİLERİ, ETKİLERİ VE TEDAVİ. -

ADD de neydi? atatürk'çü düşünce derneğinin işareti, belirtisi, etki ve tedavisi de neyin nesiydi? bir dakikaydı! ADD bu değildi. dikkat eksikliği bozukluğuydu. toplumun yüzde 3-5'ini etkileyen ve sıklıkla nörolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu olarak kabul ediliyordu. bu bozukluk tipik olarak kendini çocukluk çağında dikkatsizlik ve/veya aşırı hareketlilik, unutkanlık, tepkilerin kontrolsüzlüğü yahut ani ve dürtüsel tepkiler ve kolayca başka şeylere sapma olarak gösteriliyordu. tırsıtıcı gibi görünse de soğukkanlı karşıladım durumu. erwing'in klavye başında ellerinin titrediğini düşünüyordum.
'e, bende de var add o zaman' dedim.

- sende de mi tutuyor lan yoksa semptomlar, dedi.
- evet.
- peki, bak bende şöyle bir durum var: açıyorum google chrome'u, bir sürü tab açıyorum, bazen 20-30 a yakın, sonra kapamaya başlıyorum. o kadar duramıyorum ki yerimde, bazen aynı siteden iki-üç defa açık kalmış. bazı siterlerde işim yarıda kalmış. bazen facebook'ta statü yazmışım ama bitirmeden başka bir şeye geçmişim ve otuz dakika sonra falan görmüşüm gibi.
- farkedilmeyen maymun iştahlılık işte bu.
- sende de var mı bu?
- farklı şekillerde. otuz tab açmıyorum mesela.
- tamam, o benim ctrl+t'yi bildiğimden kaynaklanıyor olabilir.
- ben mutfağa gitmem gerektiğini algılıyorum tamam mı? beyinsel bir koşullanma oluyor. sonra ne için gideceğimi programlıyorum. mutfağa vardığımda neden orada olduğumu unutuyorum. program siliniyor. sonra geri dönüşüm kutusundan dönüştürme süresince zamanda hatırlıyorum.
- ben bazen resmen ne anlatacağımı unutuyorum. işim gıcık tarafı, anlatırken unutuyorum.
- o işte kesinlikle odaklanma zayıflığından ileri geliyor.
- peki, açıkça konuşmak gerekirse; benim öz güvenim gerçekten bayağı düşük, bu da semptomlardan biri aslında, semptomların getirdiği sorunlardan biri. hatta bazen salak saçma zamanlarda bile vücudum endişe salgılar benim. yani aslında çoğu zaman heyecanlıyımdır ben.
- mesela duş alırken endişeleniyor musun?
- otuz bir dışında bilhassa.
- en azından korkutucu olmayan normların kalıcılığını sürdürüyor!
- ne bileyim, hep bi huzursuzluk harbi var kafamda. mesela, önceleri bir anda deli gibi sinirleniyordum. az telefon kırmadım. bilgisayara kafa attım lan bir kere! her neyse şu son iki yılda on beş-yirmi kere falan bir anda sinirlendiğim oldu ama kendi başıma olduğum için, hep yatıştırmasını öğrenmek zorunda kaldım. iyi de oldu. bir anda deliriveriyordum. çocukken duramazdım, durup durup arkadaşlarıma vururdum, duramazdım yani. sorun bu herhalde, çocukken duramazdım çok sıkılırdım. öyle ki, bu hastalık çocukken daha şiddetli gösterirmiş kendini.
- şimdi sana ilginç bir soru soracağım: böyle, genelde samimiyetsiz insanlarla konuşurken, -bu senin yararına da iyi bir konuşma olabilir, karşındaki çok ciddidir falan ama samimi gelmez sana ya da o an sıkıntılı bir kafadasındır, sorunlu bir kafa, - ki genelde öyleyiz, ben öyleyim en azından.. bir an da o kişinin suratına tükürmek dürtüsü gelir mi içinden? ya da pat diye şaplatmak ağzına?
- ağzına şaplatmak gelir. tükürmeyi pek sevmem.
- ben şaplatmayı da sevmem ama öyle dürtülerim var.
- eğer biri zaten samimiyetsiz gelirse benim gözüme, onu çoğu zaman dinlemem. yani, dinlerim ama siklemem. başka bir kafadayımdır o an. bak yine oldu! biraz önce kalktım bir şey yapacaktım, sonra tuvaletimin geldiğini gördüm. gittim işedim fakat yapacağım şeyi unuttum. siktiğimin add'si!


bu lafla birikte erwing, sanki intihar öncesi son nutkunu atıyordu hayata ve hayat olarak karşısında ben vardım. erwing için tam sikik bir durum. 'sanki hiçbir şey başaramayacakmışım gibi hissediyorum' dedi erwing ve devam etti.

- her zaman umutsuzum ben. ne kadar çok gülmeyi sevsem de diğer gün uyandığımda lanet ediyorum güne. her tarafım ağrıyor. inşaata küfür ediyorum, michigan'daki. bakma, göstermiyorum ama içimde sinir oluyorum dünyaya uyandığmda. tamam belki ağrıyor bi taraflarım ama daha içerilerde bir şey olduğunu düşünüyorum. pesimistliğimin en sade özeti: umutsuzum lan ben! içimde harbiden umutsuzum.

erwing'i severdim. uzun saçları, ot içmediği zamanlardaki bitmeyen enerjisiyle bütünleşir, dalgalanırdı. umumiyetle pantene ile banyo yaptığını düşünürdüm. gülmeden duramazdı. bazen, nasıl bu kadar eğleniyor bu göt, derdim kendime. öyle ki, bu adam, şu anda umutsuzluğunu ifade eden bu herif, daha önceleri bir takım umut etmelerim için beni çaktırmadan gazlayan, teşvik eden, kıskandıran adamdı. onu teskin etmek, bana öğrettiği umutluluğu ona gösterebilmek, onu sakinleştirmek zorundaydım ve ona şunu sordum:

- kaç yıldır umutsuzsun sen hacı?
- kendimi tanıdığımdan beri.
- hadi ya! benim üç-dört sene falan oldu.
- kendimi tanımaktan kanıt içimi tanımak. benimkisi de lise hazırlık dönemlerine rastlıyor. umutsuzdum ama bunu bilmiyordum ilk başlarda. amerika'lıların deyimi ile
quiter'ım ben. yani, oyunbozan da denilebilir. hayatta önüme çıkan her yoldan vazgeçip diğerine geçtim. hep diğer yol daha güzel geldi. müziği bıraktım, basketbolu bıraktım, kaleciliği bıraktım, satrancı bıraktım..
- kaleciliği bırakmamalıydın belki de.
- senin yazılarını bile okumayı bıraktım, ki çok güldüren yazılarını.
- seni aptal herif!
- işte bunun bir yerde son bulması lazım!


tavana bir halat bağlamış olma ihtimali şimdi gerçekten çok yüksekti. onu bir şekilde durdurmanın planlarını yapıyordum. çok hızlı düşünmeye başladım. zzzzzzzz.. mutlak doğrular.. tanrı ve evren.. 4. boyut.. diskopolis.. stephan hawking.. teyzemgiller.. ölüm-yaşam.. uyuşturucular.. hap.. kova.. ot.. ot.. ot.. tool.. stefan graff ve tanrıların arabaları. bir şeyler düşünmüştüm ve tam gaza getirecek bir konuşma yapmaya girişecektim ki, erwing lafa girdi:

- ben sana bir şey diyeyim mi: o kadar umutsuzum ki, kendimi bile öldüremem.
- iyi. bu iyi.. evet.
- neyse senin de başını ağırttım. ağır siktim ama.
- sağlık olsun.


erwing için bir şeyler yapmalıydım. onu umutsuz bir hayattan çekip çıkarmak istiyordum ama bunu nasıl başaracaktım? bir yolu mutlaka olmalıydı. ertesi hafta televizyonda geleceğe dönüş filmine rast gelmemle umut için umudu gördüm. erwing için geçmişe yolculuk yapmaya karar vermem bununla başladı.

geçmişi değiştirmek mümkün olabilir miydi? acilen telefona sarıldım. acaba erwing bu konuda neler düşünüyordu? şu zaman makinesi olayı.. einstein, yer çekimi teorisine göre zaman yolculuğunun en azından prensipte mümkün olduğunu söylemişti. 'evet' dedi, erwing. devam ettim:

- bilim adamları bunun mümkün olamayacağını ispatlamak için çalışıyorlar ama kifayetsiz kalıyorlar günümüzde.
- kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş.
- şimdi, bu durumda bilim adamlarının ve bizlerin en büyük korkusu geçmişe gidip ebeveynlerimizin, dedelerimizin-babaannelerimizin falan canına kıyma mümkünlüğümüz.
bu olasılık var değil mi bu durumda?
- tabii. zaman çizgisi deniyor işte. hatta bir teoriye göre zaman çizgisinden giderken yaptığımız her seçim bizim zaman çizgimizi belirliyor. yani, geçmişe gidip küçük bir seçim değişikliği bütün dünyanın çizgisini etkiliyor dolaylı olarak.
- bu durumda vahim bir noktaya geleceğim. stefan hawking, bu çelişkinin açıklanamadığını öne sürüp şunu demiş: 'pekiyi, gelecekten gelen ziyaretçiler nerede?'
- bunu bilemeyiz bence. belki de hayat çizgimiz çoktan değişti. aslında biz gerçekten olması gereken zamanımızı yaşamıyoruz, bu da olabilir.
- açar mısın?
- bak, zaman çok tehlikeli bir kavram. 4 boyutlu bir şeyi kavrayamayız beyinde. şöyle düşün: biz şu anki hayatımızı yaşıyor olabiliriz ama gelecekte bir makine icat edilip buraya gelen bir kişi küçük bir şeyle hayatları değiştirebilir.
- başka bir boyutta olabileceğimizi mi söylemeye çalışıyorsun?
- 3. boyutta olduğumuz aşikar en azından.
- hawking sorgusunda haklı mı, değil mi?
- bence birazcık hakkı var ama işte zamanla oynamak uzayda sorunlar yaratabileceği için buna kalkışabilirler mi, bilmiyorum.
- hawking, 'gelecekten gelen ziyaretçiler nerede derken' ne demek istiyor peki?
- bize niye söylemiyorsunuz götler tarzında bir çıkışma da olabilir.
- hayır hayır. bu bir sav.
- gelecekten gelen insanlar burada öyle bir teknoloji olmadığı için burada kapana kısılırlardı ve bilirdik onları. işte böyle bir şeyin olmayışı zaman yolculuğunun olmadığını kanıtlamaz ama imkansıza çok yakın bir durumdur. eğer zaman makinesi yapılırsa bundan dört yüz yıl sonra yapılır ancak. kapatma, işeyip geliyorum.


'dört yüz yıl mı! oha! erwing'e yardım etmek için bu kadar bekleyemem. başka bir yolu olmalı' diye düşünüyordum, erwing işerken. sonra erwing geri geldi. '10 boyut olayını biliyor musun' diye sordu.

- hayır.
- sicim teorisinde 10 boyut vardır. 1. boyut; bildiğimiz düz çizgidir. 2. boyut; eni, boyu olan, yüksekliği olmayan düz bir zemin. 3. boyut; bizim yaşadığımız boyut, her gün algıladığımız dünya.
- tırii di.
- 4. boyut; biz 3 boyutlu yaşıyoruz ama zamansal olarak sadece bir nokta kaplıyoruz. yani 'şimdi' dediğimiz zamanın içine hapsolmuş durumdayız ama zaman içinde, ileri ve geri doğrusal bir şekilde hareket edilebilse, 4 boyutlu bir dünyada olmuş olurduk. bir başka ifadeyle, bir insanın doğumdan ölüme kadar, tüm yaşamını, el falı gibi görebilmek 4. boyuttur.
- zaman çizgisi!
- aynen. şimdi, 5. boyuta geldiğimizde iş daha karışıyor.
- muhtemelen.
- 5. boyut; şimdi, 20 yaşında bir çocuk düşün, olabileceği potansiyeller: doktor, avukat, öğretmen, hırsız, evsiz, katil, vs.. hatta ölü.. tüm bu olasılıkları aynı anda görebilmek 5. boyutta mümkündür. seçimini kendin yapabilirsin.
- sanırım evsiz olmayı seçmeyeceğim.
- 6. boyut.
- en korktuğum boyut bu.
- şimdi, bugünü değiştirmek için, misal çok zengin olmak için, geleceğe dönüş'teki gibi geçmişe dönsen ve at yarışı sonuçlarını genç haline versen ve de o sonuçlara göre oynarsan haliyle geleceği değiştirmiş olursun ama bu 5. boyutun yöntemi. 6. boyuttaysan elindeki imkan çok daha fazla.
- mesela?
- mesela, geleceğe dönüş'teki olayları yapmadan, direkt olarak zengin, fakir sağlıklı vs. hallerine gidebilirsin. müthiş değil mi! hepsini bir solucan deliği derinliğinden geçer gibi halledebilirsin. bilim-kurgu gibi geliyor kulağa ama sicim teorisi bunların olabileceğini söylüyor.
- boşalasım geldi, evet?
- 7. boyut; : biz 2011 yılındayız. fakat çevremizdeki fizik yasaları tamamen değişmiş. misal yer çekimsiz yaşıyoruz 'veya' oksijensiz kalınca ölmüyoruz vs.. bu tarz geçişler, 7. boyutta mümkün.
- vay amısını sikeyim.
- 8. boyut; oksijensiz ölmemek ile yer çekimsiz yaşamak arasında 'veya' olması onu tek boyutlu yapar, değil mi?
- umumiyetle.
- işte, bu 'veya' yı kaldırıp onun yerine 've' koyarsak, yani, hem oksijensiz hem de yer çekimsiz yaşayabiliyorsak bu 8. boyutta olduğumuzu gösterir.
- şukela bir hadise.
- 9. boyut; aynı anda, yerçekimli ve oksijenli dünyadan, yerçekimsiz ve oksijensiz dünyaya geçebilmenin boyutudur.
- gitgide 4.boyuta doğru geçtiğimi hissetmeye başlıyorum artık.
- 10. boyut; bütün evrenlerin, bütün zaman çizelgelerinin, bütün olasılıkların, bütün herşeyin tek bir noktada toplanmış halidir.
- audrey hepburn gibi mi?
- evet.
- evrenler arası geçişler, ha!


ben aslında sadece ufak bir geri zamanlama yapıp, erwing'in umutsuzluklarına neden olan etkenlerin ayarlarıyla oynamak ve son bir kez canlısından michael jackson konseri izlemek istiyordum. 'yani bunları düşündüğümüzde evrene gel, olaya gel' dedi erwing.

- biz bokuz yani, erwing?
- insan çok önemli falan diyorlar ya, sik değil!


eyvahlar olsundu! erwing'i kurtarayim derken iyice çıkmaza sürüklüyordum. tarih öncesi çağlardan bu yana hala 3. boyuttaydık. evrenler arası geçiş yapma fikri içimi hoş etse de en azından 4. boyuta geçmek, erwing'in zaman çizgisinde daha umutlu yaşayabilmesine yetecek olduğundan bu boyutun hayali heyecanımı uyandırıyordu. kalbim 'küt-küt, küt-küt' diye atıyordu. 4. boyuta hemencecik geçebilmenin imkansızlığını anladım. tüm bu ışık hızları, zaman makineleri, rasta saçlar şimdilik uzaktı bana. yapacaktım ama bir şeyler.

ertesi gün gün bizim kevin'ı aradım. şu 'link' kevin. bağlantımız sıkıydı. erwing'in durumunu anlattım. çok üzüldü. seksi yarıda bırakıp hemen yanıma geldi. sicim teorisini konuştuk. bana bunu halledebileceğini söyledi. o akşam erwing için toplandık. onu mutlu edebilecek bir listeyi hayata geçirip, pahalı bir alışveriş yapmıştık. içkiler, kuru yemişler, pastalar, çerezler.. kevin cebindeki ilacı çıkardı. jamaika topraklarından gelen mükemmel bir mal olduğunu söyledi. bir tane sigara yapıp erwing'e uzattı. 'ateşle' dedi. sicim teorisi deneyi bu noktada başladı ve gecenin ilerleyen saatlerinde 4. boyutu çoktan aşmıştık. 'bu mal harika dostum' dedi, erwing.

- öyle ki, inekler bunu yemeyip içiyorlar dostum.
- ahahah. rihanna'nın götünü sikiyim!
- sanırım erwing bir boyut daha atladı.

gecenin sonunda 10. boyuta ulaşmıştık. her şey erwing içindi. iyi de içti hani ibne! olsun yarasındı aslana. umutsuzlukların boğucu karamsarlıklarını ezdi geçti erwing. o kadar mutluydu ki, yanakları sıkılasıydı. erwing, bana dönüp şunları dedi:

- bu boyutlar meselesinden sonra korum amına! sikerim böyle dünyayı!
- hayat böyle işte erwing'ciğim. dönüp başa geleceğiz ama umudumuz hep yanımızda olmalı, değil mi?
- ulan ibne, manayla sen de iyi ot içtin ha bu gece!.. ne orgazmlar dönüyodur evrende ulan şimdi!
- hepsini birleştirsek neler yaratabilirdik!
- evren yapan evrenler olabilir mesela.
- tanrı kaçıncı boyutta yaşıyordur lan acaba?
- o değil de, 100 dolarım olsa iyi olurdu şu anda.


kevin'ın bu sırada kolası bitmişti.

- çıkar mı lan bir bardak daha?
- çıkmaz gibi.
- hiç umut yok mu?


yine bir umutsuzluk.
yine bir karamsarlık.
yine bir hicran.
e, napalım; bir de kevin için keşfettik 10. boyutu.