23.6.11

bu bir KONT DRAKULA hikayesidir!

TABLO 1. DİNLEMEK, ANLATANI SUSARAK YÖNETMEKTİR.

- her, işe yaramayan şeyi neden göte sokmaya lüzum görür insanlar? gereksizlik! kullanışsız olduğunu söylemiyorum. kullanılma kapasitesini bir düşünün. mesela şu an senin için kullanışlı bir kadın gereksiz değil mi? belki de takımların yağlandı, bilemiyorum.. fakat az para kazanıyorsun, borçların ve harçların altmış dokuz'larda! iki sene sonrasını düşünerek giysi seçiyorsun. iki sene öncesini düşünerek içiyorsun. bedavaya götünü versen almazlar. üstüne para çıkman gerekir. her gün onlarca insan tanımalısın, yüzlerce sayfa okumalısın, binlerce adım atmalısın. bu yüzden donun iğrenç kokacaktır. taşaklarını temizlemen gerekecek. iyi bir jilete ihtiyaç duyacaksın. sonra.. işte yine geldik başa. borçlar-harçlar meselesi. aklı başındaki her insanı siktir ettiğimi düşün, geri kalan her insan durumunun berbat olduğu kanısına varacaktır. hatice: senin takımının işe yaramaz olduğunu söylüyor ve netice: bu bağlamdaki her şeyi senin için gereksiz kılıyor. oysa ben hatice'nin işlenebilir, neticenin değişebilir olduğuna inanıyorum. hepiniz için de öyle. genel yargılara varılabilecek geçer fasafisolar.. ibne akıl hocaları gibi konuştuğumu düşünmeyin, çünkü bundan asla hoşlanmam ve hoşlanmadığım şeyler yapanlara hoşlanmadığı şeyler yaparım, inanın. ben sadece umumi tuvalet bekçisiyim ve sizinle aynı yere sıçıyorum.. ben buyum. bu söylediklerimin doğru ya da yanlış şeyler olduğunu düşünmeniz yanlış, doğrusunu sikme taraftarlarıysanız bu sizin için iyi bir başlangıç olur.. unutmayın ki, her şey çok rahat unutulur. buna da inanın ve kendinize, ne bok yapmaya çalıştığınızı anlamadığınız zamanlarda bile. 'gereksizlik çıplak bir kadın gibidir. doğru işlerseniz en çok kazanan pezevenk siz olursunuz.' fakat nihayetinde herkes onu soymaya yeltenecektir. bu nedenle bu işlevin makyajına dikkat etmelisiniz. zira ben aşırı ve ağır makyajlardan ve şatafatlı boyalardan pek hoşlanmıyorum. benim için sadelik şıklığın olmazsa olmazı. örnek verecek olursak: bir evin perdesi gibi. aynı şeyler yerine farklı şeyleri karıştırmanız temennisiyle..

- ne düşünüyorsun?
- yunan mitolojisini ve aynı şeyler yerine farklı şeyleri karıştırma olayını.
- kimsenin görmediği bir rüya olduğumuzu düşünüyorum bazen.
- diğer zamanlar?
- seninle sevişsek ne olurdu'yu ama bu midemi bulandırıyor.
- seni ısırırım.
- ve kazığa oturtursun, değil mi?
- beni tahrik etmiyorsun, merak etme.
- bu iyi bir şey.

TABLO 2. SİMYACILAR SIÇARAK ÇILDIRMAZ.

'üzerinde yaşam barındırdığı bilinen tek gök cisminin biteceğinin iddia edilmeleri almış başını gidiyorken zamanı'ndan binlerce yıl öncesinde dokuz önemli adam yaşarmış.
ormanın ötesindeki topraklarda doğa üzerindeki mevcut olan tüm maddeleri incelerler, metali bilim ve teknolojiye sokarlar, 'nasıl'ları anlatırlar, hastalıkları sağaltırlar, gezegenlerin osuruşuyla kendi kaderlerini bulurlar, disiplinler arası semboller üretirler, gizemlere katılırlar, felsefi ve deneysel ruhçuluk edinirler, yaratılarını hayal güçlerinden bile oluştururlarmış. bu dokuz simyacı için asıl imkansıza yakın olan durum: hiç biri bir başkasının yeteneğine erişemezmiş. daha önce aralarından birinin eriştiği konuşulur, dilden dile anlatılır ve şifresinin çözülemediği bilinirmiş. o kişiye tanrı derlermiş. tanrı adındaki bu çılgının başardığı ulaşılmaz projesi yüzyıllar sonra bile şifresi çözülemeyen bir şehvetin etkilerini göstermeye yetermiş. zamanla ona farklı tapınma biçimleri gelişmişse de simyacılar 'üstüme sağlık'çı politika izliyorlarmış.
hikayenin devam edecek bu bölümünde geçmiş zamanlı anlatımı bir kenara bırakmalı.



TABLO 3. PRESTİJ.

her sihirbazlık numarası üç bölüm ya da perdeden oluşur. birinci bölüme vaad denir. sihirbaz size sıradan bir şey gösterir; iskambil destesi, bir kuş, ya da bir insan. bu şeyi size gösterir. son derece gerçek, üzerinde oynanmamış normal bir şey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. fakat aslında öyle olmayacaktır. ikinci perdeye dönüştürme denir. sihirbaz olağan bir nesneyi alır ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür. hilenin sırrını arıyorsunuz ama bulamazsınız. çünkü, dikkatli bakmıyorsunuz. siz sırrı bilmek değil, kandırılmak istiyorsunuz. henüz alkışlamazsınız. çünkü, kaybetmek yeterli değildir, onu geri getirmek gerekir. işte bu yüzden her sihirbazlık numarasında üç perde bulunur, üçüncü bölüm, yani en zor bölüm: prestij bölümü.
tanrı'nın numarası neydi? simyacılar şimdi bu soruyla birlikte iki şeyin üzerinde duruyorlardı: kandırılmak mı istiyoruz, yoksa sırrı bilmek mi? cevap: kandırılmaktı. tabi ki, sadece şakaydı. asıl cevap elbette sırrı çözmekti. sahnede olmak her zaman ışıkların altında olmaktır.


- tanrı, ışıkların da üzerinde. o artık ulaşılmazlığa erişerek bulduğu harap edici güçle bizi de kontrol ediyor olmalı.
- evet, haklısın. asla istediğimiz kudreti bulamayacağız.
- ben ikinize de katılıyorum. dün sabah gök günlüğünü oluştururken yere kapaklandım. tanrı bana göbeği çatlayana kadar güldü.
- sonra ne oldu?
- yağmur başladı.
- onun sırrı altında bireysel çabalarımızla duramayacağız.
- lokman'ın ölümsüzlük sırrını köprünün üzerinde nasıl rüzgara kaptırdığını da biliyoruz.
- bizimle dalga geçiyor.
- bizimle oynuyor.
- asla izin vermeyecek.

ne yapmalılardı?

- birleşmeliyiz.

türkçe'nin şeysi için başka bir deyim rica etsek?


- güçlerimizi birleştirmeliyiz.

teşekkürler.

TABLO 4. YAŞAM HARAKİRİSİ.

simyacılar yüzyıllar sonrasındaki intikamları için müthiş bir deliliğe giriştiler: birbirlerine olan tüm borçlarını sildiler. çünkü, güçlerini birleştirecekler ve bu, onların bu yüzyıldaki ölümleri, gelecek yüzyıllardaki dirilişleri olacaktı. yeryüzündeki en muazzam enerji, en görkemli, en muhteşem, en ihtişamlı, en iyisi, en büyük, en, en, en.. harikulade. gerçeklikle mistizmin birleşmesi. olağanüstü. tanrı'ya karşı yaratabilecekleri bir insanüstü karışım olacaktı bu. dengeyi kurmaları ve zaman ayarları hesaplamaları ardından simyacılar tek beden olarak doğmak için 1431 yılının üçüncü ayına dek kendilerini imha ettiler. bu yokluk süreci III. vlad'ın doğuşunda sona erecekti, yani intikam ateşiyle yanıp tutuşmuş olan ve nefretleri süregelecek yüzyıllar boyunca müthiş bir hızla artacak olan dokuz simyacının, yani VOYVODA'nın!

TABLO 5. PRENS VOYVODA'NIN DOĞUŞU.

prens voyvoda, yüzyıllar sonrasına doğan dokuz simyacının ruhlarının birleştiği bedeniydi. onbir yaşında kendisini osmanlı'ların elinde tutsak olarak buldu. böyle şansın içine tükürülmeliydi. henüz yeterli güce sahip olamayan voyvoda, ergenliğinin başlarına yaklaştığı dönemlerinde huzurunu ararken savaş kaybeden babası tarafından osmanlı'lara esir verilmişti ve hayatın zorluklarıına göğüs germeye başlamıştı. en fazla, spartaküs'ün arenalardaki başarılarını göremediği için üzgün, en az spartaküs'ün arenalardaki başarılarını göremediği için mutluydu. kan, onun asla sevişemediği yasaklı sevgilisiydi. acı, onun için tattırılması gereken bir histi. çünkü acı, dokuz olağanüstü adamın ruhlarının sancısıydı. o, acıyı iyi biliyordu. şeytanın bile karşı koyamayacağı hünerlerle doluydu. zaten şeytan, hiçbir zaman ona karşı durmamıştı.

şeytan: ne duracam anuna koyim!

intikam için hızla pişiyordu.

TABLO 6. VOYVODA: SUSMAYAN KALP.

voyvoda'nın intikamı ne olacaktı? tanrı'ya karşı neyi, nasıl yapacaktı? neden bu zamanda oluşmayı seçmişti? belki de tanrı'ya en yakın duranların arasında olmak, intikamına cila oluyordu. 'zaman sadece birazcık zaman/ geçici bu öfke, hırs, bu intikam' şarkı sözünün ikinci bölümü kattiyen onun için değildi ama ilk kısmı şimdi onun durumunun bir kısmını anlatıyordu: zamana ihtiyacı vardı. karşısındaysa mücadele edebileceği en müthiş savaşçı duruyordu: sultan mehmet. öyle bir savaşçı ki, tanrı'nın gözdesi, iylerin dostu, kötülerin düşmanı. voyvoda için tam da cenk edilesi. tanrı'ya karşı savaşabileceği biçilmiş bir kaftan. öyle ki:
"ben, sultan fatih, bundan böyle bütün dünya'ya ilan ediyorum ki, bosna fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır ve emrediyorum ki: kimse bu insanlara veya kiliselerine zarar vermeyecek! devletimde barış içinde yaşayacaklar. göçmen haline gelmiş bu insanlar, güvende ve özgür olacaklar. devletim sınırları içerisinde olan manastırlarına geri dönebilirler"
diye bosna fransiskanları’nın özgürlüğü ile ilgili fermanlı bir adam. öyle ki, mehmet, insanı koruyan bir içgüdünün hakimi, voyvoda'ysa kana ve öfkeye susamış şeytansı bir spartaküs taklidi. en büyük aşklar nasıl kavgayla başlar ise, en büyük savaşlar da aşklarla başlar'ın ironizme girmiş gerçekliğiyle örtüşen o müthiş birliktelik için tam teşekküllü ortam. voyvoda'nın zevk karıncaları ve dokuz simyacının yüzyıllar öncesinden beri beklediği zaman. fırtına öncesi sessizlik. sessizlik öncesi gürültü. fatih'in ihtişamı. voyvoda'nın susmayan kalbi.


TABLO 7. KANKA SULTAN MEHMET.

tarih: 17 ekim-20 ekim 1448.
yer: kosova ovası, kosova.
taraflar: osmanlı devleti/ macaristan krallığı-eflak prensliği-boğdan prensliği-lehistan.
kumandanlar: II.murat-saruca paşa-dayı karaca paşa/ janos hunyadi.
güçler: 10.000/ 90.000
kayıplar: 4.000/ 17.000
sonuç: osmanlı zaferi.


fatih'in zaferleri tutsak voyvoda'nın sır gibi sakladığı öfkesinin kapalı kapılar ardından çıkmasına vesile oluyordu. bu zamanlarda voyvoda kana susamışlığının delirişlerindeyken davası uğruna fatih'le iyi ilişkiler kuruyordu. kendisi onun en söz dinleyen, en efendi, en az küfür eden, namazında niyazında esiriydi. etliye sütlüye karışmaz, aza tamah eder, fazlada gözü olmaz, müşkülpesent biriydi. oysa içinde fırtınalar koparsa kopsun/ sürüklesin ikimizi/ arzular tutuştursun bizi/ razıyım sana dön ne olur idi. anti-sezercik tavrıyla sevilesi ve affedilesi oluyordu. hele ki, bağışlayıcı fatih'in yanındayken.. bir gün fatih, onu eflak'ın başına geçirmeyi düşündüğünde voyvoda, sabrın sonu selamettir diyecekti.

TABLO 8. VOYVODA'NIN KAZIKLARI.

yüzyılların birikimine kapılar açılmıştı artık. voyvoda, doyduğu tabağa pisleyecekti. artık tabaklara da ihtiyaç duymayacaktı. ona kırmızı çok yakışıyordu. erol taş'ı bile kıskandıracak nitelikte kötü bir ruh taşıyordu, hatta tam dokuz tane. istanbul için iftar vakti sıralarında simyacıların ruhu için hasat zamanıydı. kendi ifadesiyle yaklaşık yirmi dört bin türk öldürdü ve yirmi bin osmanlı savaş esirini kazıklara geçirdi. II. mehmet'e başarısız bir suikast girişiminde bulunduktan sonra kaçtı ancak bulunduğu yerde taş üstünde taş bırakmadı, terk ettiği topraklardaki kuyuları zehirledi, ekinleri yaktı, tüm hayvanları bile öldürttü. hapishanelerdeki mahkumları, cüzzamlı ve vebalıları salıverdi ve türklerin arasına karışmaya teşvik etti. ortalığın ağzına sıçtı. insanları kazıklamanın mecazi anlamı onun için artık kalmamıştı. bu lanet olası sistemde kazıklar makattan sokulup sırt kısmından çıkartılıyordu. kazıkladığı kişiler bu yüzden ölmüyor, ya açlıktan, ya susuzluktan ya da kan kaybından ölüyorlardı. kana susayan savaşçılar onun için fasofisoydu. bu sistemiyle asla kana susamıyor, kana doyuyor, doyuyor, daha da doyuyordu. doydukça istiyor, istedikçe içiyor, içtikçe doyuyor ve doydukça yine içiyordu. kan, voyvoda'nın en sevdiği kahvaltısı, öğle ve akşam sıvısıydı. sıvı nasıl yenir, işte onda anlam buluyordu. bu alışkanlığı simyacıların tanrı'ya karşı oluşturdukları düzeneğin bir getirisi olmalıydı. kinin, öfkenin, nefretin ve aynı ya da yakın anlamlara gelebilecek her duygu ve kelimenin. tanrılığa asla ulaşamayacak olanların, tanrıya da asla ulaşamayacak oluşunun tek bir bedene sokulmuş cani yaratığı kana kan demiyordu. insani kariyerinin zirvesindeydi! ölmeliydi.

TABLO 9. KUZEN STEFAN'LA AKŞAM YEMEĞİ.

- çok hoşsun vlad. kandan başka bir şey yemez içmez misin sen? bu da ne böyle? tanrı iyiliğini versin.
- tanrı mı! hıh! tanrı bizi terk etmiş bir güç! şeytan olsa ne derdi, biliyor musun? ona mı tapacağım, asla!
- akşam akşam güldürüyorsun beni. o kadar sempatiksin ki aslında, yani çok komiksin, gözlerin büyük bir kere.. seni komik ve eğlenceli buluyorum. oysa sen sıradışı takılıyorsun. tehlikeli bir hayatı seçiyorsun.
- içimde dokuz simyacının ruhu var stefan. kimya, metalurji, fizik, tıp, astroloji, semiotik, mistisizm, spiritüalizm ve sanat'ın bileşimlerini taşıyorum. içimde ölü ozanlar derneği var. her türlü donanıma sahibim ve tanrı'nın yeryüzündeki canlı tarafıyım. yakında ölümsüzlüğüme kavuşacağım. tehlike cılız bir ifadeyi anlatıyor bana. o, aynaysa ben aynanın çerçevesi olacağım. unutma kötü bir çerçeve algıda etkilidir ve iyi bir ayna karşısında bile çok etkilidir. oysa insanlar aynayı etkileyici bulurlar. ben çerçeveyim. hem de en kötüsüyüm. aynalar artık iyi göstermeyecek.
- göstermesin de, ne olacak yani? bundan senin kazancın ne?
- mutsuz insanın kanı daha tatlı oluyor şu sıralarda. sen de biraz alır mısın?
- almazsam daha iyi. zaten yeterince yedim. şaraba hayır demem ama.... bak demedim.
- şimdi de.
- hayır.
- beni eğlendiriyorsun kuzencik.
- sen de beni.
- yarın osmanlı'lara üç yüz adamla saldırmayı düşünüyorum, ne diyorsun?
- üç yüz sparta'lı gibi, he.
- onların kanlarına bayılıyorum.
- o halde çok mutsuz olmalılar.
- mutsuzlar. yirmi binini kazıklara oturttum.
- çok hoşsun vlad. diğer kazık çalışıyor mu, sen ondan haber ver?
- kanla beslediğim sürece evet. ha..ha..ha.
- ha..ha..ho.

TABLO 10. FATİH'İN İNTİKAMI.

tarih kitapları onun sonunu şu şekilde yazdılar:
1476 yılında üç yüz askeriyle birlikte osmanlı ordularına yenildi. esir alınan askerleri kazıklara oturtuldu. öldürülen III. vlad'ın kesilen başı öldürüldüğünü ispat etmek için istanbul'a II. mehmet'e gönderildi.
olayın perdelerini aralayıp/ rüyalarına giriersek/ sevişirsek sabahlara kadar/ sırf inat senin cici babana, fatih'in intikamının daha sert olduğunu göreceğiz.
kuzen stefan'la o akşam yemeğinin ardından üç yüz adamıyla osmanlı'ya yakalanan vlad ve kuzeni cezasur'u hapsine gönderildi. surun içinde açlıkla imtihan başlamıştı. açlıktan ve susuzluktan ölme cezası! çevrelerinde osmanlı yiğitler nöbet bekliyorlardı, stefan ve vlad ise ölümü.. bu açlık imtihanına dayanamayan kuzen stefan hayata son keşkesini sundu: 'akşam yemeklerinde annemin dediği gibi tabağımı bitirmeliydim.' kendisini metrelerce yükseklikten atarken bir daha kendisini metrelerce yükseklikten atamayacağını biliyordu. bu sırada da hain vlad, bu olayı kullanışlı bir hale dönüştürdü. keskin zekası ile osmanlı'ların elinden kaçtı. kısa süre sonra yakalanan vlad'ın başı kesildi ve fatih'e ulaştırıdı.


TABLO 11. ORMANLARIN ÖTESİNDEKİ TOPRAKLAR.

vlad'ın ölümünden arda kalan; vlad'ın başı, bedeni ve dokuz simyacının ruhları olur. tanrı karşısında bir hezimet daha alan simyacıların bedenen var olmadıkları dünya üzerinde etkin olmaları zorlaşmıştır. yeni bir KAN değişikliğine ihtiyaçları vardır. işte bu derin mevzu yüzyıllar boyu unutulmayacak ikinci bir toplantının nedeni olmuştur.

- vlad'ın ölümü hepimizi derinden yaralamıştır. büyük bir mücadele verdik, yüzyıllarca süregelen büyük bir mücadele.. en başta sabır vardı. biliyorsunuz ki, o'da sabretmişti. bunu biz de keşfettik. böylece ona daha da yaklaşıyorduk. eninde sonunda kaçtığı yerden gelecekti yanımıza. olmadı! fatih aracılığıyla planımızı bozguna uğrattı. ne yapmamızı öneriyorsunuz ey simyacılar? elimizdeki taşları altın yapmak bizim işimiz değil mi? pes mi edeceğiz!
- hayır. pes etmeyeceğiz.
- bunu neye dayanarak söylüyorsun?
- inancıma dayanarak. biliyorum, çok darbe aldık. hırsımız, onurumuzu korumamız için bizi zinde tuttu. doğru anı bekledik. bu, hesaplamalarımızdan da uzun sürdü. vlad'ı kaybettik belki ama geçmişimizi unutmama yetimizi de mi kaybettik?
- hayır, kaybetmedik. vlad, tanrı'ya olan öfkemizi ona göstermemizde çok önemli bir rol oynadı. o'na yakın çok kimseyi hunharca öldürdü. her defasında da o'na darbe vurmuş olmanın hazzıyla büyüdük, hazlandık ve kenetlendik. bu sırada o adam çıktı. yaptıklarına bakılacak olursa tam bir deli. gemileri karadan nasıl yürüttüğünü ruhlarınızın gözleri görmedi mi?
- ben gördüm ve altıma kaçırıyordum. korkudan olduğunu sanmayın. yüce meclisimizin üzerine yemin ederim ki..
- yüce meclisimizin üzerine yemin etme.
- davamıza?
- hayır.
- vlad'ın?
- olmaz. kendi üzerine yemin et.
- kuzen stefan'ın üzerine edeceğim.
- tamam, et.
- kuzen stefan hepimizin kuzeniydi. onu bazen oğlum gibi, bazen babam gibi, bezen de torunum gibi hatta bacanak ve amcaoğlum gibi sevdim. en önemlisiyse o benim de kuzenim gibiydi. tam kuzen tipi vardı ha adamda. yani, hiç tanımasan, uzaktan baksan şöyle, bu mutlaka birinin kuzenidir dersin. saçı falan da tam kuzen saçı.
- turuncumsu renkler kuzen rengi gibi bence.
- konumuzdan şaşıyoruz.
- kaldığın yerden devam et simyacı.
- kuzen stefan'ın üzerine yemin ederim ki..
- kaldığın yeri hemen hatırladın. tebrik ederim.
- aa, ben de tebrik ederim dragolin.
- tebrikler dragolin. çok iyiydi.
- benden de tebrikler.
- bravo dragolin.
- hay, yaşşa!
- hepinize teşekkürler. yemin ederim ki... ee.. ben kuzen stefan üzerine yemin ederim.. ki.. ben.. stefan.. turuncumsu.. turuncumsu mu!
- lafını unutmanı yadırgadığımı belirtiyorum dragolin.
- hem de böyle bir mevzuda.
- bizi şaşırtman bizi şaşırtmadı!
- şaşırtmalıydın.
- ben tebriğimi geri alıyorum.
- bende.
- ne sende?
- bende alıyorum tebriğimi.
- de ayrı okunur.
- curcunayı kesin. tanrı'nın bize hunharca gülmesine göz mü yumacağız, yoksa...
KALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİKALPATIŞIRİTMİ ...yoksa, vlad'ı geri mi getireceğiz?!

YOKSA VLAD'I GERİ Mİ GETİRECEĞİZ!

TABLO 12. KONT DRAKULA BEGİNS.

simyacılar, simya kara büyüsü ile vlad'ın ölü bedenini diriltip, onu kont drakula'ya dönüştürdüler. bu karara varmalarındaki etken 'inanmak' oldu. konuya bilimsel açıdan kuramsal yaklaştılar. simyacılar, büyü denen olgunun akılda canlanma olduğu düşüncesiyle yola çıktılar. kuantum düşünce gücü kavramını fazla düşünmeleri gerekmedi, çünkü aralarında bir fizik bilgini vardı. tüm kavramları , yüzyıllar öncesindeki muhteşem vücutlu eşine yaptığı gibi yalayıp yutmuştu. bedenleriyle vlad'ı yaratan simyacılar, ruhlarıyla drakula'yı yaratıyorlardı. bu kez, penaltıya abanacaklardı. bu onların son penaltısıydı..
bütün güçlerini kullanarak vlad'ın ruhundan ölümsüz kıldıkları vampirlerini yarattılar. drakula adlı vampir, beyaz tenli, kırmızı gözlü, yirmi insan gücünde, tırnakları uçlara doğru sivrilen, dudakları kırmızı ve beyaz, sivri köpek dişleriyle korkutucu görünüme sahipti. vlad artık, tabutta uyuyan, gece dışarıda avlanıp gündüz tabutunda saklanan bir gece canavarıydı. kurt, yarasa ve sıçan kılığına girebilmekte ve bu hayvanlara hükmedebilmenin yanında, bir delikten içeri sızabilmekteydi. ayrıca aynada görünmeme gibi bir özelliğe de sahipti. modern kültürünün söylediğinin aksine güneş ışığıyla ölmez ve gündüzleri de dolaşabilirdi ama gündüz saatlerinde gücü azdı. yine de şafak, öğle vakti ve gün batımında biçim değiştirme gücü vardı. yüzü güçlü ve kartal gibiydi, ince burnunda yüksek bir kemer, tuhaf bir şekilde kemerli burun delikleri vardı. alnı azametle kubbeleniyordu ve şakaklarındaki saçlar seyrekti ama başka yerlerde boldu. kaşları gürdü, burnunun üzerinde neredeyse bir araya geliyordu ve kendi gürlükleriyle kıvrılıyor gibiydiler. ağzı ağır bıyığınının altından kararlı ve azimli görünüşlüydü; tuhaf bir şekilde keskin dişleri vardı, bunlar dudaklarının üzerinde çıkıntı yapıyordu. dudaklarının dikkat çekici kırmızılığı, o yaştaki bir adam için hayret verici bir canlılığa işaret ediyordu. kulakları solgundu ve tepeleri oldukça sivriydi, çenesi geniş ve güçlüydü, yanakları zayıf ama diriydi. yarattığı genel etki sıradışı bir solgunluktu. eşkali III. vlad'ın görünüşüyle aynıydı. genel olarak sıradışı bir güzellikte olmasına rağmen ürkütücüdydü. kırmızı gözleri, çan gibi çınlayan sesi, beyaz teni ile doğaüstü güzellik oluştururken sivri dişleri ile ölümcül olmanın yanında kanını içtiği birini kendi türüne -vampire- çevirebilme özelliğine sahipti. ortalığın ağzına sıçmaya yeniden, daha güçlü bir biçimde hazırdı.


TABLO 13. DİNLEMEK, ANLATANI SUSARAK YÖNETMEKTİR.

- mesela drakula'yı ele alalım. ne oldu adama? kazıklara oturttu insanları, sonra bi halt etti mi? bu muydu marifeti? kanlarını içti insanların, hayatlarını sikti. hain bir yaratıktı o. ee, sonra ne oldu? kalbine bir kazık soktular, geberdi gitti göt oğlanı. o zaman ne imiş: yiyemeyeceğin boku sıçmayacakmışsın. ulan, sana ev aldım, evlendirdim, askere bile ben götürüp bıraktım. donun yoktu altında donun. necati'nin bacanağının başına gelenleri biliyor musun sen? ne yaptı necati'nin babası? karına kızına az meşgul ol, eve git, kumarı bırak, bi-iki bir şey yap yuvana dedi. sedat ne yaptı? yok efendim ben zaten yapıyorum da, ediyorum da, şöyle de, böyle de.. ne oldu? siki tuttu. bastı parayı orospulara, bak millet ibret diye bakıyor şimdi ona. karısı ne yaptı? boşadı hemen. çok da iyi yaptı, hiiiiç üzülmedim, bi gıdım bile. niye? hak etti çünkü o. sen de mi öyle olmak istiyon? ben sana diyorum bak, evi karının üstüne yap, ikinci kat çıkıcam falan diyorsun bana, senin kenarda kıyıda paran mı var? hangi parayla çıkıcan onu? kahvelerde okey akşama kadarın! o zaman içebilicen mi cigaraları? akıllı olman lazım, yaşın geldi otuz beşe. aa, bugün yarın biz de ölücez, ne yapacaksın o zaman? kim toplayacak kıçını? bak benim yaşım kaç? altmışbeş. ben sana söylüyorum oğlum, bu gidişle hiiiiç bir bok olmaz. senin neyine yazlık mazlık. bırak bu işleri, evine bak. karını kaçırma. heh, benden sana nasihat. koy bunu aklına. ikindi okundu mu gı?

- ne düşünüyorsun?
- şu, benim yazlık olayını. bir de benim daireye ikinci katı çıkıcam.
- peder ne diyor?
- ne desin. işte.. öyle..
- adam haklı oğlum. ne yapıcan ikinci katı? bir de yazlık mazlık diyorsun, götüne mi sokucan?


yazar notu: not mot değil de, 'dünyaya kazık çakmak' deyimi bu adamdan mı geliyor acaba? bir de 'kazık'tan güzel çakmak markası olurmuş.

okur notu: not mot değil de, 'not mot değil' yazmışsın. ben de sana soruyorum: 'yazar mazar' oluyor ama değil mi!

yazarın okura yanıtı: siktir git lan ibne. beğenmiyorsan okuma.