27.6.11

Marie Antoinette'nin Melekleri

"Elveda sevgili kızım. Fransız halkına öyle iyi davran ki, bize melek gönderildi desinler."

Herkesin bütçesine göre çocuk yaptığı bir dönemdi ve seks düşkünü I. Franz ile Maria Theresia'nın on beşinci çocukları dünyaya geldiğinde saray yetkilisi "ufak ama tam anlamıyla sağlıklı bir arşidüşes" dedi. Vaftiz esnasında Bakire Meryem onuruna Maria ismi verildi. Kendisine "Madam Antoinette" deniliyordu.

- Karolin?.. Karolin? Off.. Nerede?
- (bir ses) Bahçede.
- Bahçede mi? Oyunun kurallarına aykırı davranıyor. Sınırları daha önce konuşmuştuk. O halde ben de göz bağımı çıkartıyorum.
- Gerek yok. Elimi tut. Ben seni oraya götüreceğim.
- Ama sakın ona görünme olur mu? Haydi gidelim.

***

- İşte seni yakaladım Karolin. (göz bağını çıkarır) Ayyy!
- Her yerde sizi arıyordum. Nereye kayboldunuz?
- Karolina'yla körebe oynuyorduk. Yine yemek vakti mi geldi? Sürekli yemek yemek istemiyorum. Bu gidişle çok şişmanlayacağım.
- Henüz çok şişmanlayamayacak kadar zayıfsınız. Karolin nerede?
- Bahçede olmalı.
- Hadi onu da bulalım.
- Bu şekilde olmaz. Oyunu kaybetmek istemiyorum. Eğer katılmak istiyorsan göz bağı takmalısın. Fakat koca Avusturya'da sana göre göz bağı bulunur mu bilmiyorum mürebbiyeciğim, canım.
- Yemekte biber de bulunuyor biliyor musun Marie.
- Bööö!

Bir çok kraliyet evliliğinden farklı olarak, Marie Antoinette'in ebeveynleri aşk evliliği yapmışlardı ve aile hayatından oldukça zevk alıyorlardı. Saray hayatının tüm resmiyetine rağmen kraliyet ailesi özel hayatlarında oldukça sıradan bir aileydi. Maria Theresia iş yoğunluğu nedeniyle kızlarıyla pek az ilgilenebiliyordu. Erkek çocuklarıysa çoktan siyasetin içine atılmışlardı. Marie, bu yüzden zamanının çoğunu kız kardeşi Karolina ve mürebbiyeciğiyle geçiriyordu. Oldukça disiplinli bir hayatın içinde kendine eğlenceler yaratmakta başarılı sayılırdı. Mesela, Mozart'ın senfonilerini ıslıkla çalmak en büyük eğlencelerinden biriydi. Mozart'a değinmişken; en sevdiği sanatçı Mozart'tı. Ona daha şimdiden büyük bir aşk duyuyordu. Öyle sanıyorum ki, bu çirkin çocuğa olan hayranlığının temelini onun müzisyen becerilerinin ve dahiliğinin önüne geçilemez bir tutkuya dönüşmüş derinliği oluşturuyordu. Mozart'ın müzikal zenginliği Marie'nin tüm çocukça düşlerinin olgunlaşmasında alegorik bir yansıma, gerçekle bütünleşmiş bir sihir gibiydi. Doğrusunu söylemek gerekirse, Mozart, kadınları ancak müziğiyle etkileyebilirdi. Bir akşam Marie'nin doğum günüydü ve akşamın özel davetlisi Mozart'tı.

- Gayet başarılı çalıyorsun çocuğum. Senin geleceğin parlak. İlk başta yaptığı şeyi gördünüz mü; gözlerini kapattı ve ellerini çapraz tutarak çaldı.
- Teşekkür ederim arşidüğüm.
- Kaç yaşındasın sen?
- Onbir, arşidüğüm.
- Pek de küçükmüşsün. Söyle bakalım, bu güzel gösterinin karşılığı olarak benden ne istiyorsun?
- Kızınız Marie'yi efendim, eğer uygun görürseniz.
- Marie, duydun mu, benden seni istiyormuş, ne diyorsun?
- Siz nasıl uygun görürseniz efendim.

Bana öyle geliyor ki sevgili okur, Mozart'ın yıllar sonra yaptığı Figaro'nun Düğünü eseri tam da bu geceyle alakalıydı.
Devam eden yıllarda Fransa ve Avusturya'nın müttefik olmasının ardından ittifakın sürekliliğini sağlamak amacıyla bir cinsel birleşmeye de ihtiyaç duyuldu ve Mozart'ın yasaklı aşkı Marie, geleceğin XVI. Louis'si Louis-Auguste ile nişanlandı; Mozart'ın bu süreçteki arabesk ruhunun Viyana'da bozguna uğradığı zamanlar..

***

Louis-Auguste çok utangaç bir çocuktu. Ne diye evlendiklerinin farkında bile değildi. Marie, bir kaç yıl boyunca onun için evcilik oynayacağı bir oyun arkadaşıydı. Marie gibi onun da yemeklerle arası pek yoktu ilk başlarda:

- Yemeğini bitirmeden masadan kalkmayacaksın Auguste.
- Yemeyeceğim baba.
- Söylediğimi duydun. Yiyeceksin.
- Bana ne ya, yemeyeceğim.
- Beş kardeşi ağzının ortasına şaplatırım Auguste.
- Ama baba.. Pekiyi baba.

Auguste, bir süre sonra yemek yeme olayına kendini kaptırmaya başlayınca kralı endişelendiriyordu:

- Çok yiyorsun Auguste. Bu kadar yeter.
- Biraz daha yiyeceğim. Midemde boşluklar olduğunu seziyorum.
- Söylediğimi duydun. Yemeyeceksin.
- Nedenmiş o? Karnım tok iken çok daha iyi uyuyorum.
- Beş kardeşi ağzının ortasına şaplatırım Auguste.
- Ama baba.. Pekiyi baba.

Evlendikleri günden itibaren çiftin yedi yıl boyunca çocukları olmadı. Bu durum, Auguste'un iktidarsız olması konusunu kulislere taşıdı.

- Auguste'un çükü kalkmıyormuş lan.
- Çükü o kadar küçükmüş ki, onu daha önce buralarda gören olmamış.
- Bu kesinlikle düzmece bir evlilik bence. Avusturya-Fransa ilişkileri sağlam olsun da..
- Bunların dini imanı para. Seni beni düşünen mi var allasen.
- Auguste için gizli bir homo diyorlar. Saraydaki muhafızlara gizliden gizliye muamele çekiyormuş. Benim amcaoğlu şantiyede görevli, ben de onun yalancısıyım.

Muamele olayını bilmem ama ilerleyen yıllarda Fransa maddi sıkıntıya girer. Marie Antoinette, bu dönemde ülkenin düşmüş olduğu durum karşısında haraptır. Geceleri gözüne uyku girmez. Bu yüzden umumiyetle gündüzleri uyurmuş.

- Ailemi çok özlüyorum.
- (bir ses) Marie, Fransızlar senin de halkın. Artık kocaman bir kız olmanın da ötesinde Fransa Kraliçesisin. O topraklara nasıl bağlıysan bu topraklara karşı da öyle olmalısın. Nihayetinde Avusturalya'lı olsun, Fransız olsun...
- Avusturya!
- Avusturya'lısı, Fransızı, hepsi aynı ve özünde herkes insan. Biz meleğiz belki ama insanın halinden de anlıyoruz. Sen insan olarak hayvanların halinden anlamıyor musun? Kuşun, kedinin, böceğin falan..
- Evet, anlıyorum.
- Şimdi, buradaki halkına sahip çıkma zamanı Marie. Üstelik onlar seni çok seviyorlar. Bak aynaya!

Melekler ayna tv.den Fransız halkının dedikodularını yansıtırlar Marie'ye.

- Kraliçemiz çok iyi kadın. Ben her gün dua ediyorum ona. Çok da güzel maşallah. Çok seviyorum ben.
- Burnu biraz yamuk mu dersiniz?
- Yok yok, allahı var güzel kız.
- Çok da alımlı, güleç yüzlü.
- Ben de kızım gibi seviyorum.
- İyi kız, iyi kız.

- Kraliçe ferman çıkarsa, emretse, beni sik dese siker misin lan?
- Tabi lan, manyak. Sen sikmez misin?
- Ama ilişkiden sonra serçe parmağını kesecekler. Kabul eder misin?
- Bu tip sorularla gelme bana ya.

Marie, duygulanmıştır. O gece şöyle bir not alır:
"Kendi bahtsızlıklarına rağmen bizlere böylesine iyi davranan bu insanları gördükçe, onların mutluluğu için kesinlikle daha sıkı çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu gerçeği kral da görmektedir. Kendi adıma konuşmam gerekirse, taç giydiğim günü -yüz yıl bile yaşasam da- hayat boyu unutmayacağım."

Fakat Marie'nin kocası üzerinde pek fazla etkisi yoktu. Siyasi mevzularda egemen olamıyordu. Canı çok fazla sıkılıyordu. Can sıkıntısından bunalan Marie Antoinette'in arkadaş çevresindeki gündelik sohbetler entelektüellikten çok uzaktı. Bu sığ sohbetler can sıkıntısını biraz olsun hafifletiyordu. Zira yakın arkadaş çevresi ile konuştuğu konular yardımcısı Madam Campan'dan duyduğuma göre: yeni bir komedyadan şarkılar, günün nükteli sözleri, en seçme skandallar ve dedikodulardan ibaretti. Ciddi ve düzeyli bir sohbet, neredeyse yasaklanmış gibiydi.

Bunca sıkıcı saray yaşantısının Marie üzerinde psikolojik etkiler bıraktığını düşünmem çok da zor olmadı. Marie'nin arkadaşlarını müfettişliğe atamaya başladığını duyduğumda bu psikolojik tarafın ciddiyetinin ne denli mühim noktaya ulaştığını anlamaya başlamıştım.

***

SUÇ

Marie, zamanının çoğunu saraydan ziyade saray arazisi üzerinde bulunan Le Petit Trianon Şatosu'nda geçiriyordu. Şatoyu ve bahçesini yeniden dekore etmek için yaptığı harcamaların sonu gelmiyordu. Evde ekmek bulamazsa pasta yiyordu.
Yirmi iki yaşına geldiğinde tüm dünyaya hamile olduğunu açıkladı. Anlaşılan, Auguste'un pompa ayarlarında sorun yoktu. Saray halkından yüzlerce kişinin gözleri önünde gerçekleşen doğum esnasında acıdan ve utançtan defalarca bayılıp ayıldı. Doğan çocuğuna ilk olarak şunları söyledi:
"Erkek olsaydın devlete ait olacaktın ama sen bana aitsin ve benim tüm alakama sahip olacaksın; mutluluklarımı paylaşacak, acılarımı azaltacaksın."
Küçük oğlu Louis Charles için de şunu söylediğini hatırlıyorum:
"Benim sevgili lahanam çok çekici ve ben onu çılgınlar gibi seviyorum. O da beni çok seviyor tabii ki, ama kendi usulüyle, utanmaksızın.
Annelik ona yaramıştı. Bu içgüdüsüyle daha sevecendi artık ve zamanını hayır işlerine ayırıyordu. Fakat bu durum harcamaların dibine vurmasına neden oldu. Kraliçe, popülaritesini yitiriyordu. İşin içine bir de suni köy yaptırma olayı girince halkın gözünden hızla düşmeye başladı. Birçok kişi, gerçek köylüler çok zor şartlarda yaşamaya çalışırken, dünyadan bihaber müsrif kraliçenin çobancılık oynadığı düşünülüyordu.

***

Saray kuyumcusu, yağ çekmeyi seven, sinsi bir tipti. Kraliçe için bir gün elmastan bir gerdanlık tasarladı ve Marie'ye sundu. Marie Antoinette, kraliyet kuyumcusu tarafından kendisi için yapılan muhteşem elmas gerdanlığı satın almak istemedi. Gerekçesi de çok pahalı olması ve kraliyet deniz kuvvetlerinin paraya ihtiyacı olmasıydı. Israr eden kraliyet kuyumcusunu da şu sözlerle azarladı: " Ben size mücevher ısmarlamadım, daha da ötesi, elmas koleksiyonuma bir karat daha eklemek istemediğimi defalarca söyledim. Ben satın almak istemeyince kral satın almak istedi ama hediye olarak da kabul etmeyeceğimi belirttim. Lütfen tekrar sormayınız."
Bu sırada olayı duyan Fransa yavşaklarından Rohan kardinali Louis krizi fırsata çevirmek için atıldı ve hikayemizde yardımcı bir role soyundu:

- Selam kuyumcubaşı. Sana kraliçenin ilginç bir yanından bahsedeceğim.
- Son derece seksi görünümlü kalçalarıysa mevzu bahis sana katılıyorum.
- Evet, gerçekten muhteşem kalçaları var ama konu bu değil. Fransa'nın durumunu biliyorsun; millet aç, ekonomik kriz zaten ziyadesiyle üstümüzde. Kraliçe de bunun farkında olmalı ki, son zamanlarda kaydadeğer bir müsrifliği olmadı.
- Öyle mi?
- Evet. Demem o ki: kraliçe bu elmas gerdanlığı çok istiyor. Bir türlü şeyine yediremiyor.
- Götüne mi?
- Gururuna. Bu yüzden beni görevlendirdi. Planımız şu: Bunu taksitle senden alacağım ve kraliçeye ulaştıracağım. Kraliçe de bana borçlanacak. Böylece bu ufak harcama için halk kraliçeyi sorumlu tutmayacak ve her şey çözümlenecek.
- Bu fikri sen mi buldun?
- Açıkçası evet. Bizzat kendim.
- Bravo. O halde ben hemen gerdanlığı getireyim.
- Lütfen.

İlk taksit ödendi ödenmesine ama diğer taksitler gelmedi. Fakat halk bu durumu hiç sindiremedi ve bu durumdan Marie Antoinette'nin ağzı yandı. Ona karşı tüm sempatiler yok olup gitmişti. Zaten yetersiz vergilendirme ve ülke sınırları dışındaki bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle Fransız hükümeti çok ciddi borç yükü altındaydı. Kraliçe çok üzgündü. Bu durumdan faydalanmaya çalışan düşmanları gecikmeden Marie Antoinette'in öz oğlunu zehirlettiği dedikodusunu yaydı. Offf, ortalık kaynıyordu. Halk siyasi olarak zor günler geçiren ülkelerinin bu büyük sorunlarının üstüne bir de saray içi yolsuzlukları eklenince 1789'da, Paris'te kraliyet otoritesinin sembolü haline gelmiş olan Bastil Hapishanesi'ne yürüdü ve kontrolünü ele geçirdi. Fransızlar çıldırmıştı. Bu sıradan bir isyan değildi, sanırım bu bir devrimdi.

***

CEZA

Kocası vatana ihanet suçundan yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. Marie Antoinette histeri krizine girmişti. Louis giyotinle idam edildi. Kalabalığın tezahüratlarını duyan Marie Antoinette olduğu yere yığıldı ve uzun süre konuşamadı. Kısa süre sonra Marie Antoinette'in yargılama süreci başladı. Jüri, onu suçlu buldu ve idamına karar verdi.

***

Gardiyan, ellerini bağlamak ve saçlarını kesmek için Marie'nin hücresine geldi.

- Korkuyor musun?
- Bu soru en çok senin için klasik galiba. Saçlarımı kesmen konusunda soruyorsan, evet. Kendimi hiç kel olarak görmedim.
- Yine görmeyeceksin.

***

Alelade, römorklu bir at arabası ile Paris sokaklarında bir saatten fazla dolaştırılarak Devrim Meydanı'na getirildi. Arabadan yavaşça indi ve giyotine şöyle bir baktı. Papaz, Marie'nin kulağına fısıldadı:

- Bu an madam, cesaretinizi kuşanmanız gereken andır.
- Cesaret mi? Tüm sıkıntılarımın sona ereceği bu an, cesaretimin yüzümü kara çıkaracağı an değildir.

Cellad, giyotinin altında Marie'yi karşıladı.

- Kafanızı buraya koyacaksınız madam. Beğenmediniz mi? Bunu yeni icat ettik. Eski rejimden daha modern daha devrimsel bir uygulama.
- Kulağa daha insancıl geliyor!

Marie, taze aldığı derin nefesi ve olanca cesaretine rağmen yeterince sıkı giyinmemiş bir insan üşümesiyle titrerken o zarif, ince, narin ayakları celladın kalın ve mantarlı ayaklarına bastı.

- Özür dilerim mösyö, istemeden oldu.

- ÖLÜME SAYGISIZLIK!
- ADALETE HAKARET!
- TANRIYA KÜFÜR! KAFİR!
- OROSPU!
- SOYUN!
- SOYUN!
- SOYUN!

Çırılçıplak soyuldu. Halk, güzelliğini dilden dile aktardığı kraliçelerini, meydanda çırılçıplak izliyordu. Böyle bir güzelliğin yok edilmesi konusunda o anda bir çok ateşli idam fanatiklerinin bile kısa bir an dumura uğradığını sanıyorum.

- Onunla yatmak için serçe parmağımı seve seve feda ederdim.

Marie, başını celladın söylediği gibi bıraktı.

***

- Ben sıradan bir kadındım.
- Sen cesaretli bir kadındın Marie.
- Beni değiştiremeyen şeyi değiştirmek isterdim. Haydi nedir o, diye sorun.
- Zamanı.
- Karolin.. Karolin nerede?
- Elimi tut. Ben seni oraya götüreceğim.

Başı, çığlıklar atan kalabalığa gösterildi.