29.1.11

keman çalar, timsah ağlar

caddeye çıktım.
köşe başında saygısız bir orospu gördüm. kanlar içinde yerde yatıyor, vajinasını kaşıyordu. ölürken, zevkine masturbasyon süsü veriyordu.. karlar nota gibi düşüyor, karlar insan gibi üşüyordu.
kalın bir manto ve kirli bir sakalla edebiyatçılara ilham veren o meşhur adamı kürkçü dükkanının camından çakmak gazı doldururken fark ettim. biraz sonra kendini 70 model chevrolet'nin önüne atıyordu. ölümüne sigara süsü veriyordu. yapraklar pantomim yapıyor, sanatçılar göbeğini kaşıyorlardı.
bir başka kaldırımda seyyar bir ressam vardı. 'kürk mantolu madonna'yı çiziyor, sean penn'e benziyordu. en yaratıcı renkleriyle orada sanatı yaşatıyor, en kalın fırçasıyla madonna'yı öldürüyordu. resim can çekişiyordu, müzik ölüyor..
balık lokantasından çıkan sümüklü bir çocukla göz göze geldik. selpağını satmak için üzerime hamle etmeye yelteniyor, bunun için takati kendinde bulamıyordu. suratında o kadar çok sıvı vardı ki, bir insan yaptığı işle bu kadar ters düşemezdi. içinde, içinde bulunduğu dünyayla çok ters bir dünya, dışında, dışlandığı düz bir hayat mevcuttu.
sahile indim.
bembeyaz saçlı bir kadın keman çalıyordu. biraz onu dinledim. çok güzel ve içten çalıyordu. konçertosunu bitirdikten sonra gelip yanıma oturdu ve bir-iki dakika hiçbir şey konuşmadık. İkimiz de hala bu sessizlikte müziğin etkisini yitirmemiştik.

- vivaldi.. vivaldi gibi çalıyorsunuz. alınmayın ve bağışlayın beni böyle bir benzetmeden rahatsız olduysanız ama tarzınız bununla da sınırlı değil bence.

aslında gayet kendine özgü bir tarzı vardı. içimden onu vivaldi'ye benzetmek gelmişti. çünkü, çoğu soğuk otel odalarında yatağa uzanıp odayı keşfeder, oraya hayali bir pikap koyup, klasik plaklar yerleştirirdim ve sessizliği bozardım; böylece istediğim müzisyeni odaya getirir, istediğim müziği dinleyebilirdim, çoğu zaman da vivaldi'yi. o yataklarda öylece hissettiğim şeyleri şimdi sahilde, bu kadının yanında hissetmiştim. hiçbir şey demeden kemana sarıldı ufaktan. sanki, ‘vivaldi benzetmesinden rahatsız olunur mu, aptal!’ der gibi bir ufaktan sarılıştı bu. yayı, tellerle buluşturur buluşturmaz da ışınlanarak caddeye iniyordum. kalın mantolu-kirli sakallı adamla saygısız orospu el ele kitapçıdan çıkıyorlardı. kadın, elindeki charles bukowski’nin ‘ölüler böyle sever’ kitabının sabırsızlıkla önsözünü okuyor, adam çakmağını ateşliyor, caddenin en naif restoranını arıyordu. aynı anda restorandan sümüklü çocuk çıkıyordu. düşmek üzere olan en taze sümüğünü cebinden hızlı bir silahşör eliyle çıkardığı selpakla temizliyor, öğle tatilini etli soteyi midesinde hazmederek bitirirken babasının elinden ayrılıp arabaya biniyordu. elinde habire salladığı fırçasıyla orkestraya şeflik eden seyyar ressam madonna’sını bitiriyor, onu da yenilerin arasına yerleştiriyordu. yanına gidip fiyatını sorduğumda neredeyse ekmek parasına tablosunu bana satabileceğini söyledi. karşıdaki lokantayı gösterip ana menüye bakabileceği bir sandalyesi olursa, bu öğle yemeği için bana minnettar kalacağını, tablosunu evimin en barok kokan yerine asmamın iyi olacağını söylüyordu. kalakaldım.
sanırım müzik durmuştu.. ’beyaz saçlı kadın kemanını çalarak uzaklaşır, gece soğuk otel odasına dönecek adam tek başına dalgaların sesini dinler’di.. edebiyat ihtiyaç molasındaydı.